Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu denli büyük ve egzotik olduğu halde gönül rahatlığıyla ellerini cebine sokup turlayabileceğin geniş meydanları bulunmayan bir şehir yoktur dünyada. İstanbul'un ise bütün meydanları sıkışıktır. Evlerin dükkânların kaldırımların arasına sıkıştırılmış eğreti içine kapanık ve hüzünlü meydanlar... Dokunsan ağlayacak gibi dururlar şehrin kuytu köşelerinde. Hayır ortasında da dururlar tam merkezinde... Ama itilmiş yok sayılmış gözden düşmüş ve kenarlarından kırpılmış olduklarından kimse farkında bile değildir bu meydanların. Kimse görmez. Kimsenin ruhu bir ucundan diğerine yürümenin huzuruyla dolmaz.
Bağlarbaşı ise bir su birikintisinden doğmuştur. Kim bilir belki de bir su birikintisidir yalnızca. Küçük bir çakıl taşını eline alıp suya fırlatsan taşın suya değdiği yerde boynu bükük bir meydan oluşur. Dar soluksuz kırılgan bir meydan. Attığın taş suda halkalar oluşturur tabii. Meydanın etrafında oluşan ilk halka dut ağaçlarıdır. Bahçeleri akasyalarla begonyalarla bezeli Rum evleri ikinci halkadır. Üçüncü halkaysa Selamsız'ın çingeneleri.