"İstanbul'da Beyazıt'taki yangın kulesine ilk çıktığımda ortaokulda mıydım yoksa lisede mi anımsamıyorum. Onun pencerelerinden döne döne bütün yarımadayı karşıdaki Galata'yı Beyoğlu'nu Üsküdar'ı Kadıköy'ü Haliç'i Boğaziçi'ni Marmara Denizi'ni Adalar'ı görmek doyulacak bir şey miydi? O gün bugün hiç çıkmadı usumdan... Dışından bakıp da yapı olarak bir türlü kavrayamamıştım oysa... Taştı... İşçiliği eskil çağlarınkine benzer gibiydi... Çok eskilerden değildi... "Avrupalılar gelip yapmışlar" desem değildi... Bir Osmanlılığı vardı ya (minarelere benzerliğinden ötürü besbelli) o da tam değildi... Böyle çocuk yaşta kavrayamadığım yapılardan biri de ortaokulumdan eve dönerken önünden tramvaya bindiğim II. Mahmut Türbesi idi. O sanki hem bizdendi hem değildi... Sonra lisede Dolmabahçe Çırağan Beylerbeyi saraylarını devletin yurtdışından örneğin tren yolları yapımı için faizle aldığı paralarla ya da yerli bankerlerden borç alarak yaptırdığı Avrupa etkisinde yapılar" diye anlattılar bize... Günün birinde bütün bu yapıların ne olduklarını anlamam onları yaratanları öğrenebilmem mimar olmama bağlanabilir. Mimar olmak hem koşul değil hem de yetmiyor oysa bunun için... Özellikle yaratıcıları Balyanlar'ı tanımak için.
Balyanlar üzerine Pars Tuğlacı'nın K. Pamukciyan'ın Çelik Gülersoy'un Prof. Dr. Afife Batur'un çalışmaları olmasa belki şimdi de yeterince bilmeyecektim bildiklerimi. Onlara koskoca bir teşekkür yolluyorum buradan.