1903 Nisan'ında 17 yaşında bir genç kız elinde bavulu etrafındaki ya görkeminden büyülenmiş bir halde Roma'nın orta yerinde dikiliyordu. Türkiye'de Avrupa'da Amerika'da yaşadı. Büyük savaşlar gördü. Büyük sanatçılarla birlikte oldu. Büyük bir ressam oldu. 1954'te New York'ta kimsesizler mezarlığına gömüldüğünde ardında hep sınırlarda yaşanmış bir hayatın hatıralarını bıraktı.
Mihri Müşfik 20. yüzyılın başında Türkiye'de kadın olarak "var olma" savaşına kendini adamış bir figürdü. Aynı yüzyılın sonunda aynı coğrafyada çevirmen Ulaş Ekin adım adım Mihri Müşfık'in izlerini takip edip İstanbul'u Roma'yı Paris'i arşınladı. Gerçekte Mihri Müşfikin izinden giden kahramanını nefes nefese kovalayan bir yazar mıydı yoksa sadece âşık bir erkek mi?
Metinden çok yayınlanan fotoğrafa takılıyor gözüm. Mihri Hanım otoportresinin önünde poz vermiş. Elinde fırçası başında boneye benzer 1920lere has şık şapkasıyla görünüyor. Şimdi fark ediyorum. Olgun bir kadın var karşımda. Kırkını devirmiş bir kadın. Ne zaman geçti onca yıl? Geride bıraktığı her şehirden bir yara devralmış gibi bakışları. Her aşktan her ayrılıştan altında yaşadığı her gökten bir iz var bu sefer Mihri Hanım'da. Gelecek her zamanki gibi gözdağı veren müphem bir boşluk..