Elinize aldığınız kitabın sayfalarında iddiasız bir hayatın öyküsü var. Sade. Duru. Naif. Bir o kadar da sürpriz bir hayat bu. Şimdiye hayatta olmaması beklenen birinin hayatı. Hayatta olmasının beklenmediğini bilen Gülseren kardeşimin hayat öyküsü. Alışılmamış bir hayat. Her yeni güne ödünç verilmiş hicabıyla başlayan bir hayat.
Gülseren Gümüş'ün hayat öyküsü bize yeni hayatlar bahşedecek.
Çoğu kez yapıldığı gibi tekerlekli sandalyede yaşayan birinin küçük mutluluklarıyla kendimizi kıyaslayarak yapmayacağız bu keşfi. Pollyanna mutluluğuna çağırmıyor bizi Gülseren Gümüş. "Her şeye rağmen"lerle başlayan "azmin zaferi" temalı sözüm ona "yaşam mücadelesi" klişesi değil bize anlattığı.
Kaslarının hareketsizliği içinde ruhuyla var olmanın temrinini yapıyor Gülseren. Kalıbının çaresiz görüntüsü içinde kalbini hayata özne yapmanın onurunu tablolaştırıyor. Bahanelerle küllendirilen "Bana ne!"lerle savuşturulan yaşama sorumluluğunu uzaktan görünen bir ateş gibi umutsuzluğumuzun vadisine taşıyor.
Gülseren Gümüş çok az kimsenin yaptığı bir işi yapıyor. Kendisi gibi olanların yaygın"acıma" duygusuyla egzotik bir nesne yapılması eylemine varlığıyla itiraz ediyor eylemiyle karşı duruyor. O kadar az konuşuyor ki söylediğinin eylediğinin önüne geçmesi imkânsız. Söylediği eylediği eylediği söylediği oluyor. Bir asil özne olarak bizi selamlıyor.
Yollarımıza gül seriyor.
Gülseren olmanın hakkını veriyor.
Ömrüyle Güldeste'ler imar ediyor.
Dr. Senai Demirci