Araplar hızla dünyanın "öteki"leri haline geliyor. Özellikle 11 Eylül'den beri Suudi yöneticiler Kuveytli zenginler dahil en ayrıcalıklı Araplar için de geçerli bu durum. "Arap" kelimesinin kendisi bile öylesine yoksullaştırılmış ki bazı yerlerde utanç duyulacak etnik bir etikete ya da en iyi durumda modernitenin temsil ettiği her şeyi yadsıyan bir kültüre indirgenmiş halde. Ayrıca dünyanın başka yerlerindeki yoksul ülkelerle kıyaslandığında daha da acıklı bir görüntü çıkıyor ortaya. Ama aslında vaziyet hep böyle değildi. Arapların da bir altın çağı oldu. Onların da geleceğe daha iyimser bakabildikleri kendi kaderlerini yazabileceklerine inandıkları bir dönem oldu. Peki nasıl bu noktaya gelindi? Araplar bu yoksunluğa mahkûm gelecekten başka bir çareleri olamayacağına nasıl inandırıldılar? Yaşayan bir kültür nasıl gözden düştü ve bu kültürün mensupları ıstırap ve ölüm kültünde nasıl bir araya gelebildiler? 2005'te bir bombalı saldırıyla öldürülen Samir Kassir Arap Talihsizliği'nde bu soruların cevabını ve krizden çıkmak için bir yol bulmanın imkânını arıyor.