Soğuk bir odada soğuk bir bedenle yatmaktadır şimdi küçük kızı koynunda. Düşler ülkesine gitme vakti gelmiştir. Acele etmelidir erken sabahlar olmadan. Vakti azdır. Kalın taş duvarların arkasına saklanan duyguları utanmalarını bırakmış yola çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Şimdi ince bedeninin düşlere sarılıp öpüşme zamanıdır. Şimdi mutludur bir de şarkı alır yanına neşeli. Daha otuz iki yaşındadır Esma. Daha kadındır.
Elini uzattı aynanın içindeki kendisinde dolaştırdı parmaklarını önce sonra üzerindeki dantel örtüyü düzeltti. Hayatındaki buruşmuşlukları da bu beyaz örtü gibi düzeltebilmeyi isterdi hep.
Yüzümü yağmurun sert ve serin vuruşlarına bıraktım. Yürüdüm. Koşmaya başladım. Görünmez olmaktan yeniden görünürlüğe doğru adımlarımı iyice hızlandırdım. Hiç olmaktan kaçıyordum. Hayalden bedene giriyordum yeniden. Diriliyordum. Tene sese kokuya bürünüyordum... Ve arzularıma...
Aymina kendini hapsetti... Dudaklarını hapsetti konuşmadı.... Gözlerini hapsetti bakmadı...
Pencereye çıkmadı sardunyalara su vermedi... Annesinin seyretmedi işe giderkenki süslenmelerini... Gözlerindeki derin manalı bakışları sildi... Neşeli Rum türküleri söylemedi sesi... Görünmedi hiç... Kelebeği öldü...
Uyandım yoktu. Sessizce öpüşü kalmıştı yanağımda ve ucuz pudrasının o çok sevdiğim kokusu ki o kokuyu hiç unutmadım. Bacaklarımın arası kanamamıştı daha o gittiğinde. Annemin bunu beklemesi gerekirdi hiç değilse. Sonra yine gitsin çantasında ucu kırık kırmızı rujuyla...