Ölümlülük dünya üzerindeki her şeyi değiştirebileceği ve kendine uyarlayabileceği inancından beslenen insanoğlunun en büyük yenilgisidir. "Ölümsüz eserler" vermek yoluyla bedeninin ölümlülüğünü düşüncenin ölümsüzlüğüyle alt etme çabası insanın ölümlülük karşısındaki en masum çabalarındandır; tarih yönetici sınıfların adlarını ölümsüzler listesine yazdırmak için yaptığı fetihlerin kaydıdır. Dünya yüzündeki savaşlar Yahudi soykırımı etnik "temizlik " hareketlerinin tümü ölümlülüğün kaynağı olarak görülen "kirliliği" kan akıtarak ortadan kaldırmak ve böylece ölümsüzlüğe yaklaşmak için yapılmış katliamlardır. Sağlık alanındaki bütün "gelişmeler" hastalıklara karşı alınan önlemler spor yapmak beslenme rejimleri hijyen saplantısı... Bunların hepsi modernitenin başa çıkamadığı ölümlülüğün yapısını sökerek onu baş edilebilir parçalara ayırma stratejisinin öğeleridir. Modernite ölümü tecrit etmiş mezarlıkları ve cenaze törenlerini günlük yaşamın uzağına taşımış adeta kişisel bir suça dönüştürmüştü: Nedensiz ölüm yoktur; ölen ya sigara içtiği için ya spor yapmadığı için ya hastalıklara karşı gerekli önlemleri almadığı için ya da karşıdan karşıya geçerken sağına soluna bakmadığı için vb. ölmüştür. Suçludur! Yaşamı sürekli bir tiyatro sahnesine dönşütüren postmodernite ise ölümü haber bültenlerinde bir sonraki habere kadar akılda kalacak bir olaya dönüştürür: ölümsüzlük televizyon ekranlarında birkaç saniye görünerek şöhret olmakta yatar. Ölüm yaşamın nihai olarak sona erişi değil şöhretin zirvesinden düşüp ortadan kaybolmak demektir. Ortadan kaybolma ölümlülük karşısında postmodernitenin yaşam stratejisidir.