"Artık donuyoruz derken karşımıza ihtiyar bir adam çıktı. Başında sivri tuhaf bir külah vardı. Bir arkadaşımız ihtiyarın yüzüne fener tuttu yüzü buz mavisiydi. Üzerinde ucu yere değen kalın bir palto vardı. İhtiyar paltoyu çıkarıp bana verdi. O an soğuk bitti benim için. Anne karnındaki bebek gibi sıcacıktım artık. Paltosunu bana verdi şimdi kendisi donacak diye düşünerek baktım; ihtiyarın üzerinde aynı paltodan bir tane daha vardı. O paltoyu da çıkarıp başka bir arkadaşa verdi. Baktık ihtiyarın üzerinde aynı paltodan bir tane daha! Onu da çıkarıp bir diğer arkadaşa verdi. Bir palto daha bir palto daha... İhtiyar durmadan palto çıkarıp veriyordu firarlara ve her seferinde üzerinde aynı paltodan bir tane daha oluyordu. On dördümüzün de üzerinde aynı paltodan vardı ve kimse üşümüyordu artık. Şaşkınlık içinde oradan uzaklaştık."
Bu roman herkesin babası gibi bir babanın hikâyesidir. Bir de gerçeğin hikâyesidir. Bir de düşün hikâyesi. Bir de umudun hikâyesi. Aynı zamanda bu roman bir kehribar tespihin hikâyesidir. Tespihin dolaştığı ellerin hikâyesi. Bir dönemin bir bölgenin hikâyesi. Bir de çok bilinenin hiç bilinmeyen hikâyesi. Yalnız ıssız insanların hikâyesi. Bir de suyun buzun kışın yazın hikâyesi. Uzak bir mezranın unutulmuş bir köyün küçük bir şehrin hikâyesi. Bir de herkesin oğlu gibi bir oğlun hikâyesi. Bir de bir yolun...