Özgür Anılar Cumhuriyeti
"Sonra kendi çığlıklarımı duydum." (Sedef Kandemir)
Son on-onbeş yıldır bir "hatıra" "bellek patlamasından" "belleğin geri dönüşünden" hatta "belleğin intikamı"ndan söz ediliyor. Hatıra yazımının tarih sinema ve edebiyatta kendine yer açtığı kapsam alanını genişlettiği biliniyor. Bu durum iki okuma kapısından geçilerek anlamlandırılabilir. İlki bu yeni durumun bilinçaltının hatıraların geri dönüşünün travmalarımızla baş etme kendimizle yüzleşme toplumu aynaya çağırma olarak müjdeli olduğudur. İkincisi ise hatıraların pop(üler) tarihe eklemlenip magazinleşmesinin "hatıra kirliliğinin" de başedilmesi gereken devasa bir soru(n) olduğu... Şu anda ağırlıkla tarih sözlü tarih edebiyat şiir ve sinema alanındaki siyasal tarihe ilişkin "kişisel" anlatılar esastan farklı bu iki durumun içinde seyrediyor.
Şair Edip Cansever "Kaç türlü girilir anılardan içeri" demişti bir şiirinde... Biçim ne olursa olsun her hatıra yazımı bizi geçmişe ve içimize çağırır. Kişi yazmaya başladığı andan itibaren bilinçaltı ile bilinçüstü içimizle dışımız geçmiş ile şimdi kavram ile imge ben ile biz siyasetin dili ile sanatın dili arasında bir çatışma başlar. İşin "edebiyatına kaçarak!" yüksek soyutlamalarla hatıraların hatırı kırılabilir. "İpe çektiler gülü" dizesinden el alarak söylersek hatıralar da taammüden ipe çekilebilir... Edebiyatta ve siyasette örnekleri çoktur...
Kişisel ve toplumsal hayatlarımızda bir "modele" göre büyütüldüğümüz doğrudur. Her evin Cumhuriyet'e her çocuğun Cumhuriyet'ten taklit almış aileye benzetildiği "mecburi ve meccani" bir tarihsel-toplumsal sürecin ürünleriyiz. Kimi zaman dışına çıktığımız söylense de alternatif hayatlar yaşanıldığı iddia edilse de ne kadar Cumhuriyet'e ve aileye benzediğimiz benzetildiğimiz de doğrudur. Bir muhalifin karşı çıktığı şeylere benzemesi ya da giderek ona dönüşmesi yakın tarihimizin en önemli sorunsallarından biridir. Hal böyle olunca da "rol modellerimiz" olan annelerin babaların veya politik figürlerin bizleri hayal ve hayat kırıklığına uğratması hatıralara dahildir... Elbette hayatın tek fotoğrafı bu değil. Kötülük toplumuna ve kötülük dayanışmasına rağmen işaret ve itiraz parmağını yitirmeden yanlış yaşamayan ve yanlış yaşlanmayanlar da var...
Anıların tozunu almak sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bir yazarın eski sahaflar gibi kitapların tozundan önce kendi tozunu alması gerekir. Öte yandan hatıra yazımlarında "Beni anılar şişmanlattı" sözüne de kulak vermek gerekir... Sivas'ta yakılarak öldürülen şair Metin Altıok'un "Özgür acılar cumhuriyeti" cümlesiyle bu kitap arasına bir anlam mahyası çekmek mümkün. Her hatıra yazımı anlatımı travmalarımızla ve acılarımızla başetmenin tarihin güncelde sağlamasını yapmanın imkânıdır. "Bir acıya kiracı" duran Sedef "Guguklu Saatin Çaldığı Gün" kitabıyla içinden dışına bilinçaltından bilinçüstüne çıkarak yeni kendine taşınmaya da çalışıyor. Ve elbette okuru da "okuyarak yardım ve yataklığa" çağırıyor. Okurun bu kitabın hangi kapısından gireceği kendine hangi anlam dünyası kuracağı ise okurun işi. Okur ile kitap arasına girmek yazara hariç hatıralara zarar...
"Anılar anılar belki hepsi bir kelime."demişti Edip Cansever...
Bir "çığlık" işte bu kitap. Bir kelime...
Ama git git bitmiyor...
Sezai Sarıoğlu