Lacivert Taşı; öyküsü her ne kadar 20. yüzyılın ilk yıllarında başlıyor gibi görünse de aslında özelde güneydoğu genelde ise tüm Anadolu coğrafyasının melalini potasında eriten bir kitap.
İpekyolu ticaretinin son temsilcilerinden güneydoğulu çerçi bir ailenin hikâyesi bu.
Koca bir imparatorluktan arta kalan bir avuç toprakta Arap ya da Ermeni Türk ya da Kürt olmayı önemsemeden insan olmayı insan kalmayı başarabilmiş bir azınlığın hikâyesi.
Bir zamanların bilimle sanatla ama illa ki incelikle yoğrulmuş bitek topraklarının nasıl çoraklaştığının hikâyesi.
Kardeşlik coğrafyasındaki düşmanlığın hikâyesi. Yüz yıl önce kaybettiğimiz günden beri döne döne arayıp da bir türlü bulamadığımız "lacivert taşı"nın hikâyesi...
Yollara baktım; gece fenerlerinde aradım akıp giden sularda uçuşan yapraklarda aradım. Saadet ve acı her yerdeydi hem iç içe... Dalgalı damarlı bir taş gibi. Mavisi firuzesi grisi laciverdi iç içe... Can çekişen bir kertenkelede ağlara takılmış bir kelebekte... Sordum çağırdım. Şunu anladım ki oğlum Tutku'nun dediği gibi "Her şey ve evren bir bütündür!"