Şehrin yollarını sokaklarını mayın tarlalarına benzetiyordum. Toplumun bu sokaklarına çıkınca gideceğin yere uygun bir imajın olmak zorundaydı. Yani bir maskem olmalıydı onu yanımda taşımak takmak zorundaydım. Nerede hangi maskeyi takmam gerektiği öğretilmişti bana. Maskenin yanı sıra rollerim de olmalıydı. Bu yaşamda kalabilmem için bin bir suratımın olması gerekiyordu.
(S. 81)
Öyleyse nedir bu benim yaratılış mucizem? Ne kimliğim ne de adım; bana yakıştırılan adların hepsi yalan. Bu beni alt etmeliyim. Seni anlamıyorum küçük yıldız; bunca acıları gövdene nasıl sığdırabildin? Aç kapılarını da sırlarını göreyim.
(S. 82)
Yaşam denilen bu mucizeyi anlatacak iyisiz ve kötüsüz bir dil henüz keşfedilmedi. İyisiz ve kötüsüz dilin konuşacağı zemin bu zemin değildir. Seviyorum demekle sevilmez nefret ediyorum demekle nefret edilemez. Nefretten nefret etmedikçe sevgi yalan olur.
(S. 118)
Bilici falcı sanatçı köylü kentli işli işsiz ya da bohem olamıyordum. Bir deli olsam kendime tımarhanelerde yer bulabilir pezevenk olsam kerhanelerde iş tutabilirdim. Ne kumarbaz ne de tüccar olabilmiştim bu toplumda. Suratımın imajlarında bu görüntülerden herhangi biri olsaydı linç edilmekten kurtulma şansım olabilir miydi bilmiyorum. Bu topluluklara ait duygulardan çok uzakken doğayla aramda iri duvarlar örülüyken bu orta yerde kalmışlığımla ne yapacaktım? Çalışmayı farklı algılamam meslek kimliğimin olmasının önünde engel teşkil ediyordu.
(S. 125)