Hayat kimimizin üstüne bir çizik atıp kimimizin kaderine çiçekler resmederken yazar Teoman Hekimoğlu da kendi kalemiyle hayatı karalamaya başladı...
Ve her şey böyle başladı...
Hayat kimimizin üstüne bir çizik atıp kimimizin kaderine çiçekler resmederken yazar Teoman Hekimoğlu da kendi kalemiyle hayatı karalamaya başladı...
Ve her şey böyle başladı...
Önceleri ayda bir yayınlanan bu yazılar bir süre sonra ayda iki yazı olarak "Ayrık Yazı" adıyla anıldı. Ve nihayet aynı karalamalar "Aylak Yazı" adıyla zamansız yayınlanmaya başladı. İşte bu yazılar birer birer hayat bulurken nicedir yitik dostu müzisyen Özgür Sağıroğlu'nun bir mucize gibi geri dönüşü yaşandı. Artık Teoman Hekimoğlu'nun aşkla sıraladığı her harfi her heceyi Özgür Sağıroğlu da tutkuyla notalara döküyordu. Onun besteleri bu yazıların ışığı ve ruhu oldu. Dünyada bir ilk olarak düz yazıya yapılan besteler böylece ortaya çıktı. Yıllar süren çalışmalar sonunda hepsi "Kelime ve Nağme" adlı bu projede toplandı. Yazarı ve bestecisi aynı zamanda öğretmen olan bu eserin gelirinin büyük bölümü Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na destek olmak amacıyla bu kuruma bırakıldı. Ve ardından da şair Kahraman Tazeoğlu'nun sesiyle bütün bu emekler taptaze bir soluk buldu. Ve nihayet yazarı da birkaç karalamaya ses verdi...
Okuyan dinleyen ve hisseden herkese de candan bir nefes vermesi dileğiyle...
HENÜZ GÜRKEN ÖZ...
Oturuyorum... Uzun zamandır sadece oturuyorum. Kendi dibime çökerek kendim sandığımdan tortulanarak oturmak tek yaptığım. Parmağımın ucu dahi oynamıyor hayat iki ters bir düz örgülenirken. Belden üstüm an be an gölgeleştikçe bacaklarım taşlaşıyor.
Duruyorum... Terk edip kafiyesiz adımlarımı... Susuyorum. Hangi iki kelimeyi yan yana getirsem ne yana giderler bilemiyorum. Birbirine dargın gibi keskin dönüşlü ayrılıklarda bütün basamaklar iner derinimin karasına.
Bu koku... Öptüğüm her kadını saçları beyaz kurdeleli bir kıza dönüştüren bu ıhlamur kokusu. Öpüşler ile mühürlenen günah yontusu. Beni olduğumdan daha suçlu ve olduğumdan daha çocuk gösteren bu koku. Ki büyümek iken bütün kabahat.
Oturuyorum ve oturmak kaldırımlar döşeli bir ruhu kaldırımsız çamura kaçmış sokaklarda düşürmek olanca tekinsizliğiyle. Yelleri kovan dakika zehirli iğnesiyle saat kendilerini ve beni tekrarlamada. Tekil kalabalığım çoğul yalnızlığıma teğet. Eprimeme sebep esrikliğim başucumda.
Kendi bacaklarından başka hiçbir kapı aralamayan bir başka Aralık. Edası sürgülü adı aralık soğuk soluğunda üşüyen. Bense peşinden sürüklendiğim o terkisi derin hayatın korkuluklarına tutunmuş iniltiler içinde öfkeli bile değilim. Biliyorum üstelik; hayat bir acıdan çok kısa ve bir açıdan çok uzun. Oysa mutluluk denilen o ılıca topraklarda ayağındaki çelişki pabuçlarını çıkarıp yürüyebiliyor insan anca. Ama öfke yok içimde sesler var seslenenler var. Değişiyorum süslerimi o seslerle. Nefessiz sesler.
Sigara kesiği esintilerin bir türlü üfüremediği hatırladıklarım. Durağan kadehinde sarhoşlanıyor şarap kırmızı kan yuttuğum. Ve ancak kan ile şarap hep yittiğim.
Günler birbirinin üstüne kapaklanırken nasıl bir yer kapmacada akmış ve kalmış olan. Kuşların dalları kanatlarına nehirlerin tepeleri sallarına alması... Göğün parlayıp kandillerin susması...
Anlıyorum geliyor... Buraya. Tutacak öteleyecek beni oturup kaldığım yerden. Geliyor... Alacak işte beni seni... Sır tutmuş birer ad verecek gölgeye ve ışığa. Anlandığımca anlıyorum. Ben iken biz olan biz iken bende şimdi. Dedim ya geldi artık! Seni çağırıyor... İsmini haykırarak...
Sizi...
Beni...
Duyuyor muyuz?
Anlıyor muyuz?