Sabaha karşı biri sanki dürtmüş gibi gözlerim açıldı. Yattığım yerde alışkanlıkla başka yöne döndüm. Yeniden uy-kunun o sağaltıcı yanına sığınmak için. Olmadı. Birden üç ay boyunca kapıldığım anaforu anımsadım. Her şeyden el ayak çekmiştim gene. Öykü yazmıyordum. Yazdıklarımın üstüne çalışmıyordum. İlk öykü kitabım yine gecikmişti. Yayınevin-den ses çıkmıyordu. Olasılıkla 120. dosya olarak sıradaydı. Okunmayı editörlerin o tansıklı ellerine değmeyi bekliyordu. Satırlar ışıkla buluşmayı okurların gözlerine değmeyi bekliyor-lardı. Sıkıntı. Bir de ilk kitabımın henüz gerçekleşmemiş ikinci baskısı sıra bekliyordu. Yayınevi ders kitaplarının basımını öne almıştı. Belki yüz elli dolayında satılması gereken kitap vardı. Ben de okur ellerinin o kitaplara nasıl değeceğini kara kara düşünüyordum. Uyku yine de gelmiyordu. Yaşam Ayrıntıda Saklı kimin eline geçse beğeniyordu. Sema adlı öğrencim „ Yeni kitabınızı merak ediyoruz? diyen bir ileti göndermişti. Yine de beni harekete geçiren bir etki yoktu bu sözlerde. Baskı gecikiyordu. Üstelik yeni baskıdan siparişler de gelmeye baş-lamıştı. Bende ise bir isteksizlik. Uyku gelmiyordu bir türlü. Düşünce bir başka düşün-cenin eline değiyordu. Eller beni sarıyordu sonra. Birçok semi-ner düzenlemiştim. O seminerlerden de epeyce deneyim elde etmiştim. Genelde öğrenciler kitap okumuyordu. Kimi insanlar kitap okumuyordu. Ne sıkıcı. Şu günlerde en sıradan bir marke-te gitseniz bir kitap parasını bulan şekerlemeleri almadan çı-kamazsınız. Kitapların bizim insanların gözünde şekerleme kadar olsun değeri yok muydu? ...