"... Masmavi gökyüzünün bulutsuz olduğu bir günde vakit ikindiyi aşıp akşama doğru yaklaşırken gökyüzünün rengi aniden maviden sarıya sarıdan turuncuya turuncudan kızıla dönüşüyordu.
Güneşin sanki aniden batacak kadar alçaldığı saatlerde bozkırda aniden bir fırtına kopuyordu.
Oğuz Karaçay bu sırada Yesevi türbesinin giriş kapısının çaprazındaki tepeciklerden birisinde bulunuyordu.
Fırtınanın bindirmesi ile beraber toz-dumana karışıyor ve türbe civarında adeta kıyamet kopuyor; bir kum fırtınasına kapılan insanlar deliler gibi sağo-sola kaçışıyorlar ve kaçışırken kimisi "Allaaaah" kimileri "Ya Muhammeeed" bazısı "Atatüüürk" bazıları da "Türkeeeş" diye bağırışıyorlardı.
Bu korkunç manzarayı seyreden Karaçay bakışlarını türbeye doğru çevirdiğinde yedi yüzyıldan uzun süredir ayakta duran türbenin kumdan bir kalenin eriyip yere yığılması gibi adeta bulunduğu yerde yerin içine çekildiğini görüyordu."
Hayati Bice