"....Oyun oynanır mı aşkla? Oyun oynar mı seven erkek sevdiği kadınla. Geceler bir kabus hoyratlığı ve dehşetiyle çökünce duyguların üstüne aşık sevdasından kuşku duyar mı?
Ben aşkınla nasıl oynayabilirim ki? Sana aşık olduğum günden beri ben bende değilim ki? Uykusuz gecelerin çözümsüz bilmecelerin sahipsiz kederlerin sahibiyim artık. Baktığım dokunduğum her nesnede duyduğum her seste senin izlerin heyecanların korkuların sevinçlerin var.
Ben aşkınla nasıl oynayabilirim ki? Sana aşık olduğum gün; bildiğim bütün oyunları cilveleri nazları edaları küsleri hazları unuttum sildim hafızamdan bilerek ve isteyerek.
Oyun oynuyorsam eğer canım yarim; adı seni daha çok sevmek oyunu olurdu sadece. İğde ağaçlarının serin gölgesinde önümüzden geçen vadiyi seyrederken; senin dizlerine uzanıp o kara gözlerine uzun uzun bakarak kulaklarına dalından koparılmış kıpkırmızı çifte kirazları küpeler takmak isterdim uzak bir dağ köyünde zamanı unutarak.
Sonra tutup o narin ince uzun ellerinden gelincik tarlalarını yara yara koşmak isterdim sonsuzluğa uçarcasına allı turnalarla yarışarak ve rengârenk kelebeklerle dans ederek.
Oyun bu ya; uzun kış gecelerinde; alev alev yanan bir şöminenin önünde odunların çıtırtılarını dinlerken bana hayran hayran bakan kara sevdalı siyah gözlerinde oynaşan esrarengiz gölgelerin içine kaybolup sana sarmaşık gibi sarılıp uyumak ve güneşin ışıklarının yüzüme düştüğü aydınlık cıvıl cıvıl sabahlara uyanmak isterdim..."