Bir gelinlik ve bir kefen beyazlığında; yıpranmış aşk sözcüklerini ağladı gökyüzü. Çürüdü güneş kurudu masumiyetin çocuk gülümsemesinde saklı olan kiraz bahçeleri. Sessizce uğurladı sevdiğini kadın. Ateşi kalbindeki aşk mabedinden kundaklar gibi kesti; taptığı sevgilinin yalancı mavi alevlerini teninde. Can kırıklarıyla dolu bir aşk gemisinde ve buğday elli bir failin gölgesinde; yoktu bir daha eskisi gibi delice sevmek camdan bir denizde yüzerek.
Bir avuç kadındı onlar çelikten ünlemlerle yaşadılar; aşklarını da ihanetlerini de:
Şehirlerce çarpık kondu göçtü ilişkilerin soğan kabuğundan ümitleri ve ümitlerinin soğanın acılığından sellere karışıp yitmesi gibi paylarına biçilen "Kırıntı"larla yaşadılar. Yettiler ve yittiler kendi kendilerinde bittiler ve yok oldular kendi kendilerinin etmeyip de bulunduruldukları katışıksız ve yakışıksız düşürülüşlerinde. Her yol aşka çıkardı ve sora sora bulunurdu bağlarca kuruyup yakılıp yıkılan kalpleri kurumuş güller ülkesinde. Hiç bağımsızlığını ilan edememiş sömürgelerdi o ataerkil erkek egomanyasının bir hayli gelişmiş deri-n man-yaklığının esaretinde.
Arzuhâliniz nedir ya da arzuladığınız acı-aruz ölçülü Arzu'ların hali nicedir hiç düşündünüz mü?' diye sessizce bir sual ve bir yanıt beklediler. 'Bencilikleri pi sayısına bölünce toplam yüzölçümlerine t-'onlarca' teroristanbul düşüren ve düşünmeyen düşünce-biz olmayan düşünce-siz adamların devletini yıkabilir miyiz?' dercesine:
Deli boranlar ve gazeller gibi yurdumun işgale uğramış aşktan kadınlarına 'kadın'a şiddeti' siz öğrettiniz. Çelikten ünlemlerle! Şiddetle seviyoruz sizi!'
Tek bir aşk "Kırıntı"sı dahi kalmayana kadar.....
Meltem Berton