"Bir öykücünün gözlem gücü hayatı algılamadaki derinliği sağduyusu olmasaydı Aras'ın kıyısında yaşanan onca dram onca çaresizlik onca yoksulluk onca gerilik öte yanda onca umut gelecekteki güzel günlere olan onca inanç bilinçle kurgulanıp öyküleşmezdi. Daha önce onlarca yıldır yüzlerce yıldır nasıl yaşanmışsa öylece sessiz sedasız tam bir kabullenilmişlikle yaşanır giderdi... Yine de yaşanıp gidiyor. Öykücü Fatma Bacara Çağlayan ve okurları açısından tek fark öylesine yaşanıp giden insanlık hallerinin dramların "insanlığın evrensel öyküsü"nün ayrılmaz bir parçası olduğunun bilinmesi/bildirilmesi.
Çoktandır böylesine güçlü gerçekçi derin bir gözleme dayalı on yıllardır yüz yıllardır hepimizin gözleri önünde olup biteni ısrarla göstermeye çalışan insanlığın evrensel dramını anlamamızı sağlayan toplumcu-gerçekçi kurgusuyla daha önce bu yönelimin temsilcilerinin öykülerinin yanında/yakınında duran öyküler okumamıştım."
İbrahim Berksoy
Adına gelinlik denen beyaz giysilerini sürükleyerek odadaki tek pencerenin önüne yürüdü. Eğildi baktı. Kalın duvağının ardından dışarıdakileri seçmeye uğraştı. Bahçede eski bir masa etrafında oturan üç erkekten hangisinin kocası olduğunu tahmine çalıştı. Biri iyice çökmüştü kambur oturuyordu yaşlıydı. Kel denecek kadar saçsızdı.
Tam karşıda oturanın başında kocaman bir kalpak vardı. İri yapılıydı. Çünkü diğerlerinden daha yüksek görünüyordu. Dolgun suratı ve kırlaşmış sakallarıyla orta yaşlı olduğuna kanaat getiriyordu. Diğer yanda oturan gür saçlı bir adamdı. Ona da genç denemezdi. Oturduğu yerden göbeğinin büyüklüğü belli oluyordu. Bacaklarını iki yana açarak göbeğini yerleştirmişti.