Genç kız; Günlerdir hiç vazgeçmeden içine iç "ben"ine öteki İda'ya bakıyordu. Seyrediyordu onu durmadan. Gördüğü; değişiminin ilk adımlarında olduğuydu. Kendini hoyratça ele geçirmeye çalışan kanadı tutuşmuş ateş kuşlarının feryatlarını duymaktan üzerine abanmış karabasanların ağırlığı altında ezilmekten yorulmuştu. Günden güne kendine iyice yabancılaşan artık tanımakta zorlandığı tarazlanmış sesinden ürküyordu. İçi boşalıp koflaşmıştı. Tuhaf bir boşunalık sarmalının içinde kaybolmaktaydı. Kibrinin siyahı değerli bulduklarını her gün bir parça daha çalıyordu kendisinden. Azalıyordu. Siliniyordu. İçindeki yangın onu küle döndürüyordu. Rüzgârla savrulup köpüklü bir denizin sularına karışmasına çok az kalmıştı. Bütün olanların farkındaydı. Çok korkuyordu İda. Silkelenmeliydi. Kalbinin bir köşesinde saklı tuttuğu herkeslerden esirgediği hikâyesine doğru yürümesi gerçeğini kabullenmeliydi. Bu yolculuğa çıkmak zorundaydı. Nihayet içselliğine doğru yollara sürebildi kendini. İyimserliğine sevdiği adama Yusuf'a kendine ait olan gerçeklerine doğru gitti sonunda. Şehrin karanlık üstü hüzünle örtülmüş ışıkları soldurulmuş sokaklarında umut avcılığına çıktı. Yollarda rastlaştığı hayatlar sürgüne gönderilmiş duygular vuruklar çürümüşlükler... Yarım kalışlar tamamlanamamış arzular... Hayal kırıklıkları. Şaşırdı. Çok şaşırdı. Üzüldü.Sonralarda bir akşam; Boğazdan gemiler geçiyor. Martılar yanıma kadar yaklaştı. Bir karga martıların arasına karıştı. Güneş batmaya yaklaştı. Gök kırmızıya boyandı. Radyoda hâlâ aşk şarkıları... Hava önce loş bir kahverengiye sonra da siyaha döndü. Şehrin bütün ışıkları yandı. Bir vapur süzüldü. Yıldızlar üzerime yağdı.