İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin önemli Alman tarihçilerinden Reinhart Koselleck'in 1959 yılında kaleme aldığı Avrupa Aydınlanması ve bunun kökenleri üzerine eseri Kritik ve Kriz Batı düşünce tarihinin klasikleri arasında sayıla gelmiştir. Kitap yayımlanmasından bu yana İspanyolca İtalyanca Fransızca ve son olarak da İngilizce olmak üzere pek çok Batı diline çevrilmiştir.
Kritik ve Kriz temel olarak Koselleck'in 1954 yılında Heidelberg Üniversitesi'ne sunduğu doktora tezine dayanır. Bu özgün tarihsel-felsefi çalışmasında Koselleck dini iç savaşların bitiminden Fransız Devrimi'nin başlangıcına kadar uzanan dönemi mercek altına alır. Bu tarihsel arka planda bir kritisizm çağı olarak anılan Aydınlanma sadece fikir tarihi içindeki bir uğrak olarak değil modern egemenliğin oluşumunun krizleri içinde konu edilir. On yedinci yüzyılın mutlakıyetçi devleti dini iç savaşların yarattığı krizi ahlak ve politika arasında bir ayrım koyarak çözmüştür. On sekizinci yüzyılda ise o tam da bu ayrım sayesinde dolaylı bir politik güce dönüşen Aydınlanma'nın temel hedefi haline gelmiştir. Aydınlanmacı kritisizm kendisini politika dışı ve taraflar üstü bir ahlaki yargıç olarak sunar. Oysa bu ahlaki kritisizmin altında gizlenmekte olan mutlakıyetçi devlet ile yeni burjuva toplum arasındaki bir güç savaşıdır. Bu güç savaşında kim galip gelecektir? Kritisizmin kendinden bile sakladığı kriz budur. Kritik ve Kriz Aydınlanma'nın rasyonel ahlaki ve ilerlemeci bütün ideallerini böyle bir politik gerçekçilikle ele alır. Bu politik gerçekçilik bir liberalizm eleştirmeni olarak Carl Schmitt'in modern devletin oluşumuna dair tezlerinden izler taşır. Öyle ki burjuva dünyanın bu tarihsel-felsefi öyküsünde kendini ahlaki bir kritisizm olarak sunan Aydınlanma nihai olarak politik bir kritisizmle sınanır. Koselleck'in yaklaşımı burjuva kamusal alanın oluşumunu ilerlemeci bir gücün doğuşu ya da modern dünyanın demokratikleşmesinin başlangıcı olarak tayin eden okumalarla açık bir tezat oluşturur. O burjuva özgürleşme ve barış idealini yüceltmek yerine bu idealin politik krizlere gebe tehlikeli ve aldatıcı yanlarını ortaya çıkarır. Koselleck'in bu politik okumasında mutlakıyetçiliğin doğuşunun simgesi Hobbes'tan Fransız Devrimi'nin habercisi Rousseau'ya kadar takip ettiği düşünce tarihi aynı zamanda toplumsal ve politik bir tarih haline gelir.