Kitap Almanya'ya göçen Türkiye kökenli göçmen kadınların karşılaştıkları sorunları ve yaşam koşullarının anlaşılabilmesini hedef alıyor. Göçmenlerin etnikleştirilme sürecinde işletilen mekanizmaların ve yerleşik toplumsal algının sömürge toplumlardaki sömüren ve sömürülen ilişkisinden faydalanılarak anlatıldığı çalışmada seksenli yılların göçmen yabancıları anlama ve toplumsal yapı içindeki yerlerini tarif etmede kullanılan farklılık hipotezlerine de vurgu yapılarak etnikleştirme kritik bir bakışla ele alınıyor. Okuyucu Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli göçmen kadınlar hakkında yayılan imajın söz konusu etnikleştirme çabaları çerçevesinde ortaya çıktığı sonucuna varıyor.
Almanya'da yerleşik Türkiye kökenli kadınların anaları olan birinci neslin nasıl bir Türkiye'den Almanya'ya geldikleri hangi süreçlerden geçtikleri ve nasıl bir Almanya ile karşılaştıklarının anlatıldığı kitap Almanya'da gelişen göç ve uyum politikalarının geçtiği evreleri de okuyucuların anlamasını sağlıyor. Hem göç veren Türkiye'nin hem de göç alan Almanya'nın söz konusu göçmenlere bakışı oldukça eleştirel ve objektif bir yaklaşımla irdeleniyor. Özellikle İş ve İşçi Bulma Kurumu kaynaklarına dayandırılarak yapılan araştırma Almanya'ya gönderilen işçilerin her iki ülke tarafından birer obje olarak değerlendirildiğini ve bugün gelinen noktanın gerek Türk ve Alman siyaseti gerekse göçmenlerin kendisi tarafından 50 yıl öncesinden görülemediğini gözler önüne seriyor.
Birbirine bağlı olarak gelişen Federal Alman uyum göç ve yabancılar politikası kurumlarıyla birlikte ele alınarak farklı yaşam alanlarında göçün ilk yıllarından günümüze kadarki süreçte yaşanan gelişmeler kısmen örneklemelere de yer verilerek inceleniyor. Dil becerisinden aile içi şiddete ekonomik durumdan iş hayatına eğitimden sağlık ve ikamet şartlarına kadar pek çok alan araştırmaların ışığında ayrıntılarıyla ele alınıyor.
Göç ve göçmenlerle özellikle de kadın politikaları ve göçmen kadınlarla ilgilenenlerin rahatlıkla kaynak olarak kullanabilecekleri kitap bilimsel bir temele dayanıyor. Kendisi de ikinci kuşak göçmen kadın olan yazar araştırmasına konu ettiği kadınları birer obje olarak ortada bırakmıyor ve birer subje olarak kitabına konuk ediyor. Birinci ve ikinci nesilden 18 Türkiye kökenli göçmen kadınla derinlemesine yapılan söyleşilerin yer aldığı kitapta sekiz ayrı kategoride analiz edilen ve farklı koşullara sahip kadınların benzer tecrübeler yaşadıkları ilginç hayat hikayelerine dayandırılan analiz başlangıçta ortaya konulan tezleri tamamlıyor. Söyleşiler dönemin şartlarını daha iyi anlamayı kolaylaştırıyor.
Sonuç itibarıyla çok farklı eğitim düzeyi ve ilgi alanlarına sahip birden fazla hedef kitlesine hitap eden elinizdeki kitabın her şeyden önce Türkiye'den Almanya'ya göç ve kadın sorunlarıyla ilgilenenler tarafından ilgiyle okunacağından eminiz.