Göğsünde haç saplı bıçakla öldürülmüş bir adam.
Adamın kanıyla satırları çizilmiş bir İncil. İstanbul'dan Anadolu'nun derinliklerine kadim dinlerin kadim kiliselerine bir yolculuk. Hıristiyanlığın bu topraklardaki kökleriyle yüzleşme. Kavimler bahçesi olan ülkemizin tükenmeye yüz tutmuş kültürlerine bir saygı duruşu... Süryaniler Nusayriler Rumlar Türkler Kürtler ve bu toprakları ülke yapan halklar... Ülkemiz kültürüyle bezeli merakla okunan bir roman...
"Genzini yakan koku uyandırdı onu. Bu kokuyu tanıyordu. Yıllarca kapalı kalmış bir kilisenin kokusu. Kilisede yakılan kandillerin ufalanan taşların eriyen mermerin çürüyen ahşabın yıpranmış sayfaların küflenen cesetlerin kokusu. Dehşete düşmesi gerekirdi ama sadece çevresine bakındı. Usulca kımıldayan siyah bir leke gördü. Biçimsiz belirsiz bir leke... Simsiyah bir siluet... Gülümsedi lekeye.
'Mor Gabriel' diye mırıldandı.Leke yaklaştı yaklaşınca insan cismine bürünüverdi. Siyahlar içinde bir insan. O insan başucuna geldi kulağına fısıldadı: 'Beni tanıdın mı?'
'Mor Gabriel/ diye mırıldandı yine. Ağzından Mor Gabriel sözcükleri dökülürken müziği duydu; derinden çok derinden gelen bir ayin müziği. Bilmediği bir dilde yinelenen tutkulu bir mırıltı kendinden geçmiş birinin söylediği bir tekerleme. Aynı anda haçı fark etti. Gümüşten bir haç. Adam haçı elinde mi taşıyordu yoksa göğsünde mi anlamaya çalışırken boşluğu ikiye bölen bir parıltı yandı söndü. Bir acı hissetti. Parıltı yeniden yandı söndü acı kayboldu bütün bedenine bir rahatlık yayıldı."