Ne kadar uzun bir zamandır oynuyorsun bu oyunu? Kimseye hissettirmeden kimseyi acına ortak etmeden nice
zamandır bakıyorsun etrafına? Anlaşılmadığını yargılandığını suçlandığını kimsenin umurunda olmadığını gecelerinin
katran karası ile safran sarısı arasında gidip gelen bir renk cümbüşü olduğunu ne zamandır seziyorsun kim bilir?
Nereye baksan küçük bir çocuk gülümsüyor geçmişinden. Elleri sıcacık bir somun ekmek yüreği kafese alınmış bir
kuş gibi. Öyle delice öyle dengesizce çarpıp duruyor avuçlarının içinde. Sımsıkı kapatsan da ellerini susturamıyorsun
yüreğini. Bu gürültünün manasını deliliğin yaşama dikiş tutturabilmek için elzem olduğunu aklıselimliğin içini bir kurt gibi
kemireceğini bilmiyorsun daha.
Masumiyetin sınırlarından kar beyazı bulutların koynundan çağlayan gibi akan bir derenin ürpertici serinliğinden çıkıp
gelen bir çocuk gibi bakıyorsun etrafına. Asfalta çizilen oyunların çizgileri gibi net bir şekil almamış geçmişinin bir
kıyısından içeriye girmeye çalışıyorsun. Adımların naif ellerin sancılı ağlıyorsun usulca.
Nereye gidersen git başından atamadığın uçarı anıların sarıyor dört bir yanını. Onlara bakarken gözlerin yanıyor
kelimelerin tutuşuyor. Alev alev oluyor ruhun. Nasıl da akıyorlar öyle rüzgârda eğilip bükülen birbirine yaslanan başak
tarlaları gibi nasıl da karışıyor görüntüler birbirine fotoğraflarda gülümseyen yüzler nasıl da saklıyor mutsuzluklarını.
Bir tek sen mi kaldın sanıyorsun öyle geçmişinin kalbinde? Bir tek sen mi ağlıyorsun soğuk kaldırımlarda? Bir tek sen
mi bekliyorsun deli gibi yağan yağmurun altında?
Hey dost! Unutma ki yalnız değilsin asla. Milyonlarca insan gibi ben de sarılıyorum sana. Kalp atışlarımız birbirine
karışsa da bir bütünün küçücük bir parçası gibi hiç korkmadan akalım yarınlara...