Sanatın ve sanat eserlerinin hayatımızda ne kadar yeri var? Sanata nasıl bakıyoruz? Sanat bizim için ne ifade ediyor? Ya da ediyor mu? Bu sorulara yanıt vermeden önce şöyle bir düşünelim. Kendimizle iç dünyamızla olan bütünlüğümüzü kaybettikçe aklımız da duyular dünyasına yabancılaşmaya başlamıyor mu? Maddi sınırlar içine sıkışıp kalan aklımız nedensel bağlardan uzaklaşıp bizi ne kadar zenginleştirebiliyor?Görünen o ki doğadan kopan insana akıl şekil vermeye başladıkça duyular köreliyor. Akıl her şeyi belirler olduğunda bilgi bilim de uzmanlaşarak bütünselliğini yitiriyor. Uzmanlaşan insan da bütünsel bakış geliştirmekten uzaklaşıyor. Bir alanda uzmanlaşırken birçok alandaki yetilerimiz körelmeye başlıyor. Ve ne yazık ki gelişmenin yegâne yolu da bu olarak görülüyor. Dolayısıyla çoğumuz için biçim içerikten daha önemli bir hale geliyor. Çünkü akıl biçimi meşrulaştırıyor içeriği değil. İşte tam da bu noktada bu kısırdöngüden çıkabilmek için yukarıdaki soruları sormak önem kazanıyor.
Taylan Altuğ kitabın adına Son Bakışta Sanat demiş. Buradaki "Son Bakış" kendi ifadesiyle ilk elde felsefi estetiğin sanata ve sanat eserlerine bakışını ima ediyor. Yazar felsefi estetiğin sonda gelen sonradan gelen bir son-görü olarak sanatla olan zorunlu bağına etkileşimine ve karşılıklı bağımlılığına bir telmihte bulunuyor; bunu yaparken "... zamanımızda salt duyumda duyulara hoş gelen şeyle eyleşip duran postmodern yüzey estetiği içinde ölüp gitmekte olan sanatın" yeniden kazanılıp kazanılamayacağını irdeliyor. Bir umut arayışının: Felsefi estetik çerçevesinde sanatın bir şeyi ifade ederken aynı zamanda onu gizleyen özelliğinin peşine düşüyor.