Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte var olan tehditlerin kaynağı yönü değişmiş ve bu bağlamda tüm dünya açısından yeni tehditler ve riskler süreç açısından belirleyici temel aktörler olarak ön plana çıkmışlardır. Klasik tehdit ortamının ortadan kalkması ve yeni tehdit algılamalarıyla birlikte ulus-devletler değişen şartlara uygun olarak güvenlik eksenli yeni yapılanmaları işbirliklerini gündeme taşımıştır. Uluslararası sistemin yeniden inşası sürecinde yaşanan belirsizlikler güvenliğin değişen tanımı ve boyutu kaçınılmaz olarak Türk dış politikasını da derinden etkilemiştir.
İşte böylesi bir ortamda Türkiye sahip olduğu aktif-pasifleri ve harekete geçen dinamizmi ile önemli bir küresel güç adayı olarak karşımıza çıkıyor. Eğer Ankara bu sürece uygun doğru adımlar atar ve söylem-eylem bazında kendi tarihine coğrafyasına mirasına ve gerçeklerine uygun yeni bir güvenlik politikası geliştirebilirse işte o zaman uluslararası sistemde büyük güç statüsüne kavuşabilecektir. Dolayısıyla bu aşamaya kadar izlenecek geçiş stratejisinde sahip olunan pasifleri aktife çevirebilmek ve yerel-bölgesel-küresel dinamikler arasında bir denge sağlayabilmek büyük bir önem arz etmektedir.
Diğer taraftan tarihsel misyon duygusu çerçevesinde yakın çevresine imparatorluk coğrafyasına odaklanmayı ve stratejik derinliklerine bağlı kalmayı tercih eden Ankara bu anlamda ortaya koyduğu dış politika vizyonu çıkışı nedeniyle adeta tehdit edilmektedir. Hiç kuşkusuz Türkiye üzerindeki bu tepkilerin ve oyunun temelinde Selçuklu-Osmanlı coğrafyası ağırlıklı yürütülen güç mücadelesinde Ankara'nın sahip olduğu belirleyici rol ve buraya yönelik orta-uzun vadeli hedefleri yatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu bu çalışmada Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı yeni güvenlik sorunları tehditler olası gelişmeler ve bunlar karşısında izlenebilecek çıkış stratejileri üzerinde durulmaktadır.