Modern anlamda dağıtıcı adalet devletin herkesin ihtiyaçlarını sağlayacak maddi imkânları belirli düzeyde garanti etmesi anlamına geliyor. Samuel Fleischacker yoksullara yardımın son iki yüzyıl içerisinde gelişen modern bir düşünce olduğunu savunuyor. Aristoteles'inki de dâhil olmak üzere erken dönem adalet kavramları mülkiyetin değil siyasi mevkilerin dağıtımı ile ilgiliydi. Adaletin fakirlik sorunu ile ilgilenmesi için 18. yüzyılı Adam Smith ve Immanuel Kant gibi filozofların çalışmalarını beklemek gerekti. Bu yüzden de dağıtıcı adalete daha uzun bir köken atfetmek sadaka ile adalet arasındaki farkı karıştırmamıza neden olur.
Fleischacker buradan yola çıkarak refah devletinin tarihi gelişiminin bu ilkeler etrafında nasıl da yanlış anlatıldığını açıklıyor. Örneğin sosyalistler sıkça modern ekonomilerin antik eşitlik idealini ve sosyal adaleti mahvettiğinden dem vururlar. Serbest piyasa savunucuları bu görüşe katılır ancak şüphecilik ve sosyal-bilimsel kesinliğin bariz zaferini takdir ederler. Ne var ki her iki yorum da; adaletin mümkünse herkesin sefaletten kurtulması gerektiği mevcut varsayımımızdan kaynaklı olan kademeli düşünüş değişimini gözden kaçırır. Fleischacker antik dönem ortaçağ ve modern siyaset felsefesindeki önemlimetinleri inceleyerek bize dağıtıcı adaletin modern anlamına nasıl ulaştığını gösteriyor.