Kimin akıllı kimin deli olduğu belli olmayan bir dünyada kızın gün boyu farklı yaptığı hiçbir şey yoktu. Yat kalk eve dön iç uyu. Rengi kaçmış bluzlar gibiydi hayatı. Ne bir keyif ne bir neşe ne bir değişim.
"Kalabalığın arasından hayalet gibi süzüldü. O kadar çok içmişti ki ayaklarını sürüyordu. Tam barın kapısından içeri girecekti ki birden geri döndü. Kalabalıktan uzaklaşıp başını gökyüzüne kaldırdı. Dişlerini sıkıp öfkeyle fısıldayarak şöyle dedi: 'Tanrım biliyorsun biraz önce çantamı kaybettim. Nerede olduğunu hatırlamıyorum bile. Şimdi senden isteğim üzerimdeki montumu da kaybetmek. Evet! Bu soğuk geceyi montsuz ve çantasız geçirmek istiyorum!' Bara doğru birkaç adım atmışken tekrar geri dönüp tısladı: 'Ha bir de son bir isteğim var. Gördüğün gibi yalnız olduğum için sen yanımda dur ben içeceğim!' Sesindeki öfke Tanrı'ya kafa tutuşu ve kendisinden nefreti Tanrı'nın sevgisinde eriyordu. Oysa kız hiçbir şeyin farkında değildi."
Adam kızın öfkesini görüyordu. Kendisiyle nasıl baş edemediğini yaşamın içinde rotasız gezinişini çaresizliğini...
"Tanrı'sının cehennemi olanın ateş elinden düşmez. Elindeki ateşe bakıp yaşam hakkında bir hükme mi varıyorsun? Yaşam sen hangi ruh halindeysen o duruma uygun maskesiyle çıkar karşına."
Bu kitap sınırlarını aşmak mutlulukla randevuya çıkmak ve kendi cennetinin mimarı olmak isteyenler için okunmaya değer...