Gergin gecenin camlarının ardında iki atı yaylıya bağlamışlardı; biri beyaz öbürü siyah. Atların ağzından çıkan buğu bir gri bulut gibi koyu mavi atmosferde yok oluyordu.
Atlar yorgundu. Sık ve kesik soluyorlardı. Belli ki uzun bir yol kat etmişlerdi...
Nereden gelmişti? Onu ne zamandan beri buraya getirmişlerdi?! Sesi bir haftadan beridir yaşlı kadınların sesleriyle dolu mekânda huzurevinde yankılanıyordu. Buğulanmış camlarda gri ve soğuk duvarlarda yankılanan eski Türkçe bir türkü hüzünlü bir ahenkle terennüm edilmekteydi:
Kızıl gül olmayaydı;
Sararıp solmayaydı...