Daha orada o anda onun en tehlikeli yanının istediği anda şefkat uyandırabilmesi olduğunu anlamıştım. Tanrı hep aynı emri verdi "Şehvetten sakının" bu emre uyamadık çelişkilerden hoşlanan Tanrı kendi emriyle bile çatışacak kadar güçlü bir şehvet duygusu vermişti hepimize bu zavallı kullarından o görkemli yaratıcılığının ürünü olan şehvetle dövüşmesini istemişti kim Tanrı'nın yarattıklarıyla baş edebilir ki hiçbirimiz edemedik en masumlarımız bile rüyalarında günaha bulaştı emre uyamadık ama şehvete karşı dikkatli olmayı şehvetle boğuşmayı onu bastırmak için uğraşmayı ondan kaçmaya çalışmayı öğrendik yenilsek de zayıf bir kalkanımız ince bir zırhımız oldu. Şefkat öyle değildi. Tanrı şehvetin yolunu kapatırken şefkatin yolunu sonuna kadar açmıştı kimse şefkatin yolunda yürürken tedirgin olmaz kuşku duymaz kaçması gerektiğini düşünmezdi. Yüzündeki gizli gülümsemesinden anlaşıldığı gibi o bunu içgüdüleriyle sezmiş Tanrı'nın yasakladığı topraklara girmek için tanrı'nın şefkatini bir "Truva atı" gibi kullanmayı öğrenmişti her erkek kapılarını açıp o atı gönül rahatlığıyla içeri alıyordu. Tanrı'nın söylemeye vakit bulamadığını söylemek bana düşecekti "Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten korkun."