Kapının diğer tarafinda bağırarak konuşarı insanların sesleri beni yeniden uyandırrrnştı. Ne zamandır burada olduğumu hiç bilmiyordum. Zaman kavramı benim için çoktan yok olmuştu. Beynim öylesine durmuştu ki bağrışmalar algılayacağım bir sese dönüşmüyor sadece boğuk sesler duyuyordum. Kapının diğer ucunda bana yardım edecek birilerinin olabileceğini düşünmüştüm. Gücümü son bir kez toparlayıp İmdat! Diye haykırdım. Üzerime yığılmış bir karabasan çığlıklarıma engeloluyordu. Çığlıklarımı neredeyse ben bile duyamıyordum. Biraz sonra o boğuk seslerde kaybolmuştu. Daracık odaya çöken sessizliğin içinde kaybolan hayallerimle baş başa kalmış gözyaşlarırnın sıcaklığıylayeniden uykuya dalrnıştırn... Birileri kapıyı açmak için kilidiyle oynuyordu. Artık tamamen sonumun geldiğini düşünmüştüm. Sonsuz sessizlikteki halime nefes almayarak daha da sessizlik katmak istedim. Ne kadar gözlerimi yumsam da kapının açıldığını fark edince gözlerimi fal taşı gibi açrnıştım. Lacivert takım elbisesinin altına ayna gibi parlayan bir çift ruganda görüyordum. Ayakkabıların ayna gibi parlayan ucunda ne hale geldiğimi görmek istemiştim ancak iki iri el beni omuzlarımdan tutarak kaldırdı. Canımın yanmasıyla bağırmam bir olmuştu. -Ne bağırıyorsun lan! Üç gün daha tıkayım seni buraya istersen şimdi çeneni kapa ve sakince dinle beni anladın mı lan ... Karşımda dazlak başı geniş omuzları üzerinde çok küçük duran orta boylu bir adam vardı. Konuşurken susuzluktan kurumuş gibi olan kalın dudaklarını diliyle sürekli ıslatıyordu. Beni havaya kaldırırken hiç zorlanrnamıştı kolları giydiği takım elbiseyi neredeyse yırtacak genişlikteydi. Bana bunları söylerken yüzünde bu bir emir ama rica ediyorum der gibi bir hava vardı. Derinlerine gömdüğü merhameti belki de o halimi görünce biran dışarı çıkmak istemişti... Kaşlarını kaldımuş bilye büyüklüğündeki yuvarlak gözlerini gözlerimin içine dikmiş benden gelecek cevabı bekliyordu.