Havada hafif bir esinti var toprağın ve bitkilerin kokusu insanı mest ediyordu... Sibel'in geceki rahatsızlığı beni korkutmuştu. Ne olduğunu anlayamamıştık. Sibel'in hayatı sanki alt üst olmuştu. Onun için endişe ediyorduk "Ya bir de ölürse!" diye. Sibel'in hayatı gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu... Maddi durumumuz da son derece sıkıntılıydı. Hem yürüyor hem de türlü hayallere dalmıştım. ... Hal böyle iken Ben de duygularımı frenlemeye çalışıyorum ama nafile. Hasta görevlisi Sibel'i kucağına aldı sedyenin üzerine oturttu. Sibel ellerini bana uzatıp yüksek sesle: "Baba beni bırakma!.. Baba beni bırakma!.. Baba!.." diye dehşet dolu çığlıklar atıp bağırıyor. Görevli sedyeyi sürüyor ben de onları takip ediyorum. Ama görevlinin arkasına saklanarak takip ediyorum ki Sibel gözyaşlarımı görmesin. Ancak Sibel başını görevlinin sağından solundan uzatarak gözünü benden ayırmamaya çalışıyor... Asansörün kapısına kadar gittim. Sibel fırsattan istifade ayağa kalkarak ellerini açıp "Beni kucağına al!" dedi. Ben de o an Sibel'in boynuna sarıldım. Asansör kapısı açıldı. Adam bir eliyle Sibel'i tuttu bir elliyle de beni uzaklaştırdı. Sibel'in asansörün içinde dehşet dolu çığlığı "Baba ne olursun beni bırakma!.." diye feryat ediyordu. Asansörün kapısı kapandı. Kırmızı ışık yandı ve ameliyathaneye doğru Sibel'in çığlıklarıyla gittiler. Ben de hasta odalarının koridorlarında birkaç tur attım. Sonra odama çekildim. Odanın içinde; bir bu tarafa bir o tarafa gelip gidiyorum.