Orta Çağ sonlarından itibaren kilise kurumunun kontrolünden bağımsızlaşmaya başlayan devletlerin her birinin kendi toplumsal birimini oluşturarak örgütlenmeleri yeni bir siyasal bilincin ürünü olarak gelişmiştir. Yeni Çağ boyunca inşa edilen bu homojen ve merkezî devlet fikri egemen olmaya başlamış ve bu çerçevede farklı ulusların bir arada bulunmasını gerektiren imparatorluklar birer birer yıkılmıştır. 20. yüzyıl boyunca da imparatorluk kalıntısı gösteren sömürgeci devletler sömürge topraklarından çekilmek zorunda kalmışlardır. Öte yandan aynı yüzyıl içinde modem ulus devletlerin homojen ve merkezî yapısına yeni eleştiriler de yöneltilmeye başlanmıştır. Bu eleştirileri homojenlik fikrinin heterojen toplum modeli lehine terk edilmesini içeren yeni bir siyasal yaklaşımın doğuşu takip etmiştir. 20. yüzyıl boyunca toplum düşüncesindeki bu değişim merkezî bir birlik etrafında toplanmış olan Batı Avrupa devletlerinin yeni politikalar üretmelerini zorunlu hale getirmiştir. Zira İkinci Dünya Savaşı sonrasında gözlemlenen bağımsızlık hareketleri ve uygulamaya konulan çokkültürlü politikalar kudretli merkezî devlet fikrinin terk edildiğinin bir göstergesi olduğu gibi modern devletlerin ulusçuluk fikrinden vazgeçme eğilimi içine girdiklerine de işaret etmektedir. Modern devletlerin ulusçuluk ısrarlarından vazgeçtiği bu dönem aynı zamanda etnik ve bölgesel ulusçulukların ivme kazandığı yıllar olmuştur.