Onu bir program nedeniyle gittiğim Kosova'da Prizren'de bulunduğum esnada tanıdım ilk kez. Mahcup duruşunda telaşında cümlelerinde kelimelerinde 600 yıllık bir beraberliğin 600 yıllık bir ortak kültürün sıcaklığı vardı. Unutulmuşluğumuz aynıydı tarih sayfasından çıkarılmak istenişimiz aynı. Farkımız onun gurbetimizin çocuğu olmasıydı sadece.
Şadırvan meydanını on binlerce insanın doldurduğu bir gecede cehennemi yalnızlığımızla tekrar buluştuğumuzda; şiiri sözü sazı Nazım'ı Necip Fazıl'ı Yahya Kemali Vardar'ı Tuna'yı Taşköprü'yü Sofu Sinan'ı Bayraklı'yı ve Rumeli'de var olmakla yok olmayı konuştuk uzun uzun...
Rumeli'de; geçmişte "yokmuş gibi var olmanın" üzerinden bugün "varmış gibi yok olmanın" dramını acısını tanıyan kelimelerle yazıyordu konuşuyordu Ethem Baymak. Hem gizli bir isyanın mitralyöz seslerini hem de adı konmamış bir barışın güvercin çığlıklarını taşıyordu yüreği.
Hüznünü; yalnızlığının vahdetiyle bezeyip udunun tellerine dokunurken ve yalnızlığının kesretinde tuvalin üzerine renkleri vururken defterlere mısraları düşürürken ortaya çıkarıyordu Baymak. Yalnızlığı her seste küçülürken her renkte her mısrada büyüyordu.
Dağ gibi bir dost dağ gibi bir kardeşti. Ama aynı zamanda Tuna'da gözü yaşlı bir çocuktu. Mostar'da sarışın bir çocuk... Yalnızdı yapayalnızdı. Bu tanışma ve dostluğun başlamasından yıllar sonra ondan habersiz yaklaşık beş bin kişinin doldurduğu bir meydanda onun "merhaba" isimli şiirini okuyunca meydandan geriye dönen "merhaba" çığlıklarını duyduğumda onun yalnızlığının ne kadar doğurgan ve ne kadar güçlü bir var oluş fenomeni taşıdığını daha iyi anladım.
Baymak bugün Kosova'da fesine püskül buluyor saatine köstek bulamıyor olsa da hicaz faslında bekleyip duran yorgun bir gramofon değil; Rumeli toprağına kardeşlik barış sabır ve sevgi tohumları saçan bir mücadele insanı olarak yaşamaktadır.
Geçmişi bugüne bugünü yarına taşıyan bir sevda insanı olarak yaşamaktadır. Yaşarken de onun yüreğinin bir yanında Akif'in:
"Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir?" mısralarının haysiyeti diğer yanında Nazım'ın:
"Çocuklara kıymayın efendiler" onurlu çağrısı ve diğer yanında da Necip Fazıl'ın:
"Gitti su yollarını kıvrım kıvrım bilenler
Bir ot yığını kaldı; kökünden kesilenler..." sedası boy vermektedir.
Baymak'ın verdiği her nefes: "Küçük yağmur tanelerinin bir araya gelmesi ile oluşur dev seller ve serseri kuşların ağzından düşen tohumlarla dağ başlarında oluşur ormanlar diyerek tevekkül ve inadı kuşanıp Rumeli'nin dağında taşında toprağında yankılanmaktadır... Her şeye rağmen her türlü engele rağmen Baymak'ın "nergis akşamları yine yıldız dolu"dur ve "dolunay da nöbette"dir.
Onun sesinin yankısı:
"yiğidim dostum
doğurgan toprağım
ey canlar
ulu canlar merhaba
merhaba
sevgiyi paylaşmayı bilene
özüne sahip
sözüne sadık olana
sana da merhaba gül yaprağında çiğ damlası
merhaba canlar..." deyişinde büyümekte büyümekte ve bir yanardağ halini almaktadır...
Sana da merhaba sevgili Ethem Baymak. Güvercinlerin hep havalansın... Atların ve atlıların hiç yorulmadan koşadursun. Nilüferlerin açmış nergis akşamların yıldızlarla dolu olsun ve yıldızların kaymamış olsun. Güzeller sofrasındaki nihavent faslın bereketli olsun...