Gidiyorsun işte ağır ağır. Limanda duran bir koca gemi. Eski gemilerden Cumhuriyetin ilk dönemlerinden kalma mağrur ve tüm geçmişin ihtişamını taşırcasına. O Atatürk'ün ümit bağladığı gelecek Türkiye'sinin ilk tohumlarından. Borçların kredilern ahlaksızlıkların çok uzaklarından bir eser o. Onur gurur ve kuvvetin adı o. Bu koca limandan demir almaya hazırlanıyorsun. Yine mağrur bildik halinle. Sende ne çok şey yaşandı. Sen bana ne çok şey verdin. önce yaşamı sonra insan olmanın yollarını. Seninle ilgili ilk hatıralarımda yaptığın tepsi börekleri var. Bol ıspanaklı yuvarlak tepsi börekleri. Biliyorum bir daha yiyemeyeceğim o lezzeti. Akşamları elinde filelerin eve gelişini "Et peynir marul" cevabını. Benim beklentilerimin çok dışında olan sağlıklı erzakları. Beni ısrarla yazdırdığın mandolin resim bale kurslarını. Hiçbirinde dikiş tutturamadığım halde hiçbir sitemde bulunmayışını. Bana her zaman başarabileceğimi söylemeni ve hep beni desteklemeni. İşimi her zaman ciddiye almamı ve elimden geleni yapmam gerektiğini söylemeni hatırlıyorum. Sorunlarımı dinlemeni bana yol göstermeni... "Haydi bir neskafe yapalım" diyen sözlerini. Çayı çok demli içtiğini hatırlıyorum. Zamanı iyi kullanmam gerekitğini en değerli şeyin zaman olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Belki buydu bendeki eksikliğin. Yıllar sonra biliyorum ve anlıyorum ki sen her şeyi belki de yaşamın kendisini sevdin. Sevgi senin adındı ama hiç söylemedin. Şimdi sana bakarken eski güvertelerine paslanmış dişlilerine el sallamaya hazırlanıyorum caresiz acemi ne yapılacağını bilemeden. Sen bıraktıklarınla hatırlanacaksın özellikle Akbük'te. O beyaz evinde. Aynen dediğin gibi: "kızım bu evi hiçbir zaman satmayın. Bu ev ve diktiğim meyve ağaçlarımla beni hatırlayın."
Sessizce dinledi. Bitirince "Kızım sen bunu bastır" dedi. Sonra biraz düşündü fersiz gözlerini bana çevirerek "Sen bir kitap yaz" dedi. "Olur" dedim. Hem son sohbetimiz hem de son yemeğimizdi bu...