Türkiye'de bir dönemin kuşaksal değişimi sancısı acılı olmuştur: o dönem bir kuşağın kendi mutsuzluğu pahasına yaşadığı bir gerçeklik sürecidir. Var olmayı kendinden sonrakilerin yaşam ağırlığı altında ezilmemesi üzerine kurgulayan bireyin hayal kırıklıkları o kuşağın belirgin bir özelliğiydi. Yaşamın yoksulluğunu düzenin yalnızlaştırma ötekileştirme gerçekliğini yenmeyi başardı o kuşak; ama çevresine çocuklarına bu yeni değişime uygun savaşımın bilincini veremedi. Sonraki kuşağın kendi zaferini daha da pekiştireceği umuduyla yaşadı; bunu yapmaları için de onun bir dayatması olmadı fakat böyle bir davranışı hep bekledi.
Ne var ki bu kuşağın kendi içinde zaafları da oldu; kurtaracağı geleceği için bilincini aldığı yardımını gördüğü kendinden öncekilere bir gönül borcu olduğunu akıl edemedi. Yaşam onu cenderesinde sıkıştırırken o kendi iradesinin dışında "iyi yaşatma" naifliğine yenildi; yönetildiğinin farkında olmadı aleyhine gelişen anları bile görmezden geldi. Tüm çelişkileri çatışmaları kendi içinde ürettiği yalnızlığıyla yaşadı. Bunu dışsal bir etmenin yarattığını asla düşünmek istemedi. Böylece ihanetinin karşılığını yine ihanete uğrayarak ödedi. Baştan beri aradığı kurtuluşu bulduğunu sandığı bir süreçte kurtulma umudunu yitirmeyi iyice içselleştirerek kendi yoksunluğuna yeniden döndü. Bu kuşak böyle bir serüveni ve insanî yanılgılarla boy veren acıları sanki zorunlu yaşamak durumundaydı.
Bu romanda böyle bir sürecin ve o sürecin öznesi olan insanın çözümlemesini bulacaksınız. Yaşananların gerçeklik toprağında oluşan karşılıklı gelgitlerle birleşen aksaklıkların bozulup dağılmaların dramına tanık olacaksınız...