Bu kitapta Datça'nın üst başlık olarak yer alması doğa sporlarını şölene dönüştüren karakteristik özellikleri nedeniyledir.
Pek çok parkuru yürümüş bir doğa sporcusu olarak iddia ediyorum ki Datça; trekkingle ilgilenenlerin "Kâbe"si olmayı hak eden bir yarımadadır. Denizden başlayıp doyumsuz bir manzara ve tarihi kalıntılar arasından denize yürürsünüz. Değişken doğasını izlemekten fotoğraf çekmekten kaç kilometre yürüdüğünüzün farkına varmazsınız. Her parkurda hedefe ulaştığınızda doğal bir mola alanıyla karşılaşırsınız. Terinizle birlikte kaslarınızdaki yorgunluğu da denize bırakır tazelenmiş olarak dönüş yoluna koyulursunuz. En kötü olasılıkla yaz mevsimine rastlayan dört ayda yürümek için sıcaklar caydırıcı olsa da hedefe ulaşıldığında kavuşulacak serinliğin hayali şevkinizi arttıracaktır. Karia Yolu üzerindeki pek çok parkur ormanlık araziden geçtiği için sıcağın caydırıcı etkisini de ortadan kaldırır. Yine de koşullar çok uygun değilse yaz mevsiminde yürünmesi önerilmez. Ancak tatiliniz uzunsa şansınıza hava koşulları da uygunsa kaçırmayın derim.
Meraklılarına bir ayrıntıdan söz etmeliyim. Kaya tırmanışı yapılabilecek bölgeler sıklıkla karşılarına çıkar. Sekiz yüz metreyi geçen iki dağı sunduğu manzaralarla tırmanışı alışkanlığa dönüştürür. Kocadağ ve Karadağ adıyla anılan bu yükseltilere zirve yaptığınızda bir anda Yunan Adaları bizim oluverir. O kadar yakındadırlar ki neden Yunanistan'ın olduğuna anlam veremezsiniz.
Öte yandan Datça'da deniz dört mevsim yüzmeye elverişlidir. Bu olanağı cep benzeri korumalı koyları sağlar. Koyun birinde dalgalar çılgınca kıyıyı dövüyorken hemen yanındakinde göl durgunluğundadır. Özellikle Akdeniz sahillerinde bu olanak davete dönüşür. Bu bilgiler ışığında hâlâ botlarınızı giymemişseniz trekkingle ilgilenmiyorsunuz demektir.