"İçimde kanatlanan turnalar gibi yokluğun... Haşin deli hırçın ve kalbim körpe bir çocuk hala yokluğunun karşısında... İnadına ürkek yalnız titrek... Bitimsiz cümlelerin eşiğinde iki büklüm yüreğim hangi harfi sırtlasam bir yanım kambur kalıyor. Ne yürüdüğüm yollar evimizin güvenli halıları ne ben düşmekten korkmayan elleri ellerinde olan o kız değilim artık...
Hepsi derin bir duygu ikliminde nefes alıyorlardı. Aralarında Belkıs'ın tahtından selamlar süzülüyordu. Bahçenin yüreğinde evin hanımının ellerinden yetişen o renk renk güzel kokulu çiçekler şimdi onlar için salıyordu en güzel ten kokularını. Burak eşinin gözlerindeki ışığı gördükçe aydınlanıyor onu ilk tanıdığı ve kalbini ona emanet ettiği anın heyecanını duyuyordu iliklerinde. Pür neşe haldeydiler. Cenk bütün tabiatı uysallaşmış yolunu bulmuş bir deniz gibi anne ve babasının huzurundan dedesinin ve anneannesinin huzuruna akıyordu.
Mehmet Emin Bey ayağa kalktı. Ellerini kızına uzattı onu kendine doğru çekerek kollarının arasına aldı. İçine çekti kokusunu uzun uzun kulağına şiirler fısıldadı... "Leyla dedimse sensin suna dedimse sensin!" derken döküldü gözlerinden Selma'nın sevinç yağmurları... Cenk anneannesine sarılmış bir şekilde geceye sevinçleri dağılıyordu. Mehmet Emin Bey damadını da yanına alarak sardı. Daha sonra kuruldu çardağa bir yanına kızını öteki yanına damadını alarak eşi ve torununa gözlerinden sevinç pırıltıları savurarak mırıldandı:
"Artık mum misali yakacağız özlemi ve eriyecek yokluk varlığımızda!"