Kardan daha beyaz elbisesi siyah sarığı ve bileğinden bağlı sandal şeklinde ayakkabıları ile sonsuz bir temizlik sadelik ve tevazu... Edeb hâya merhamet... Tevâzu tevekkül kanaat... Sadakat emanet istikamet... Nezaket letâfet ve asalet... Sağ elinde mühürlü bir yüzük... İnciden beyaz dişler sürmeli kara gözler. Yüzünde eşsiz bir tebessümle Suphi'ye bakıyordu. Suphi karşısında oturan bu insanüstü güzelliğe sahip kişinin kim olduğunu içsel olarak bildi.
"Sen...sen..." diye kekeledi. "Sen O'sun!..."
"Benim ümmetim beni sever" dedi O. "Sen de beni seviyor musun ey Suphi?"
Suphi titriyordu. Çenesi birbirine vururken O'na cevap vermeye çalıştı.
"Evet tabi ben de seni seviyorum Efendim" dedi kekeleyerek.
" Tanımadan bir kimseyi sevemezsin ki" dedi O. "Sen beni ne kadar tanıyorsun ki seveceksin?"
Suphi sustu...
Taşı öpünce Nebi bir taş bile dile geliyorsa taşın gördüğünü görmeyen taş kadar sevmeyi bilmeyen insana ne yazık!
Bir boşluk var insanın kalbinde o boşluk ta yaratılışta hakikat için ayrılmış kasten boş bırakılmış. Öyle ki insan içindeki bu hakikat boşluğunun acısını hissetsin de hakikati bulmak için çabalasın gayret etsin diye. Ama hakikat akıl işi değil! Hakikat öyle yüksek bir irtifada ki aklın o yükseklikte uçabilmesi mümkün değil!
Öyleyse aklı bırak kalbe tâbi ol.
Çünkü hakikat senin içinde...