İnsan hayatının baştan sona bir firar olmadığını kim iddia edebilir ki? Dünyaya merhaba dememizle başlayan insanoğlunun bu kaçış hikayesi ölüm denen "büyük gözaltı" ile son bulmuyor mu? Hep kaçmıyor muyuz? Kimi zaman gerçeklerden kimi zaman sevdiklerimizden? Hatta bir sevgiye bir kurtuluşa koşarken bile bir başka sevgiden veya sevenden kaçmıyor muyuz? "Firari Sevdam" baştan sona özel bir alanda ve dar bir zamana sıkıştırılmış böylesi bir kaçışın hikayesi. Kim demiş "mahpushane bir esaret hücresi" diye? Belki de insanın iç hürriyetinin ulaşabileceği yegane sığınak. Sözde "mahpushanenin demir parmaklıkları" arkasından kurtulup! Hürriyet adına yola çıkan son derece ilginç tesadüflerle savrularak bir manastırda devam eden genç bir adamın hikayesi bu "Firari Sevdam" Çoğumuzun kaderinde yazılı olabilecek böylesine bir firara hazır mısınız? Roman konusu Cezaevinden şartla tahliye olduktan sonra infazı yanan bir gencin tekrar Hapishaneye girmemek için başkasının kimliğiyle Belçika ya gelir ve iltica'ya müracaat eder. Türkiye Cumhuriyetinin aleyhine ifade vermediği Türkiye'yi kötülemediği aksi halde savunduğu için iltica talebi reddedilir ve illegal olarak bu ülkede yaşamak için mücadeleye girişir. Kendisine yer verilen yer Katolik Manastırıdır. Bir yıla yakın Manastırda Rahibelerin ve rahibe adaylarının arasında yaşar ve iki din iki kültür arasındaki çelişkiler kurulan tuzaklar neticesinde yılmadan mücadele eder. Kendisine teklif edilen imkanları kabul etmediği için olmadık zorluklarla karşılaşır ve vermiş olduğu mücadele sonunda bu ülkede oturum hakkını illegallere çıkan af tan yararlanarak alır. 1994 yılından 1996 yılına kadar Anvers şehrinde Türkleri yıldırmak isteyen bölücülerle ve Türk gençlerinin uyuşturucu bataklığına girmemesi benliğini kaybetmemesi için girdiği mücadeleyi anlatıyor.