1992 yılının sonbaharında sekiz buçuk yaşındaki William arka verandadan baktı ve gökyüzünde ancak nükleer bir patlamanın neden olabileceği mantar şeklindeki o devasa bulutu gördü. Şaşkınlık içinde bakakaldı. Bulutun rengi yer yer griye kaçan kirli bir siyahtı. Masmavi gökyüzüne yükselirken kabarıp katlanıyor ardındaki tepelerin üzerine devasa bir gölge düşürüyordu(...) Gitgide genişleyen bulut rüzgara kapılarak kaymaya başladı. Evin üzerine ulaştığında yayılan gövdesinden gökte yavaş yavaş düşen meteorları andıran izler çıktı. Küller küçük siyah kar taneleri gibi aşağıya yağmaya başlamıştı. Diğer parçalar daha büyüktü yere çarptığında bile kor gibi yanmaya devam eden şekilsiz ateş topları. William yanık kokusunu alıyordu... ama bu güzel bir kokuydu tanıdık bir koku. Ot kokusu buğday kokusu ve hatta çiftliğin kendi kokusu.
Babasını ve çiftlik evlerini bir yangın sonucu kaybeden küçük William annesi ile birlikte tuhaf bir adam olan büyük amcasının büyük çiftliğine sığınmak zorunda kalır. Yaşlı amca sahip olduğu ççsuz bucaksız ama bakımsız toprakların mirasçısı olarak gördüğü William'ın eğitimini üstlenir. Farklı bir eğitimdir amcanın amaçladığı. William'a bu toprakların sahip olmanın gururunu ve Avustralyalılık ruhunu öğretmek ister. Ancak küçük çocuk geçmişten kalan "hayaletlerin" gölgesiyle kararan düştüğü bu uğursuz topraklarda o ruhun beyaz değil siyah olduğunu fark edecektir...
Birbiri ardına kazandığı ödüllerle kısa zamanda Avustralya Edebiyatı'nın başyapıtları arasına yerleşen "Beyaz Dünya" bir çocuk hikayesi olarak başlıyor gotik bir atmosfere bürünüp Avustralya tarihinin trajedisine dönüşüyor. Geçmişin suçlarının gelecek nesillerin üzerine bütün ağırlığıyla çöküşünü izlediğimiz hikaye Avustralyanın ulusal allegorisi olarak da okunabilir. "Bayaz Dünya"nın kalbinde siyahlara Aborjin halkına karşı yürütülen soykırım var. Toprak ve toprağa sahip olma tutkusunun çarpıcı hikayesini bulacaksınız "Beyaz Dünya"da. Andrew McGahan'ın Avustralya özelinden yola çıkarak hepimize seslendiği rahatsız edici bir roman.