Burjuva iktisatçılarının kapitalist sistemin yaşayageldiği iktisadî krizleri açıklamada yetersiz kaldığı daha doğrusu açıklayamadığı ve dolayısıyla da getirdikleri düşünülen çözümlerin hiçbir zaman bırakın işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarına yönelik olarak girişilen ve geliştirilen hamleler olmasını sistemin bizatihî kendisinin bile uzun soluklu olarak varlığını sürdürmesine yani yenidenüretmesine imkân tanımayan bir biçimde ortaya konduğu âşikârdır.
Ayrıca kapitalist sistemin yaşadığı ve yaşamakta olduğu iktisadî krizleri çözme konusunda geç kalması söz konusu krizin/krizlerin niteliğine ilişkin yanlış teşhislerin yapılıyor olmasında yattığı da ayrıca unutulmamalıdır. Zaman zaman bankacılık krizi borç krizi parasal kriz finansal kriz gibi kavramlarla ifade edilen krizlerin esas itibariyle kapitalist sistemin her zaman için yaşamak zorunda olduğu üretim krizlerinin çeşitli adlar altında tezahürü olarak anlaşılması ve getirilecek çözümlerin bu temelde geliştirilmesi gerektiği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Marx'ın kapitalizmin iktisadî krizine ilişkin analizini de bu çerçevede yani üretim krizi temelinde geliştirmiş olması konunun nasıl ele alınması ve değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin çok önemli hareket noktası ve delildir.
Prof. Dr. Uğur Selçuk Akalın
Yakın tarihin de bize gösterdiği üzere krizler ne denli derin olursa olsun otomatik bir biçimde kapitalizmi batırmıyor. Kapitalizm insanlığı tahrip ederek ve üretim kapasitesini değersizleştirerek yoluna devam ediyor. Her bir krizin yaşandığı konjonktür diğerinden farklı. Bu farklılığın tezahür ettiği iki alanı krizin etkilerini ve kapitalizmi aşma imkânlarını değerlendirirken özellikle dikkate almamız gerekiyor. İlk ve nispeten az değinilen alan sermayenin ve devletin krize cevap şekli. Bu cevabı hem verili coğrafyanın siyasî kültürü hem de krizin vuku buluş şekli belirliyor. Günümüz dünyasında 1930'ların buhranında yaşananlar yaşanmaya başlamadığı gibi bir günlük ani borsa çöküşleri ve bunların karşısında ne yapacağını bilemeyen kapitalist devletler de yok. İşte Japonya'nın 1990'lar boyunca devam eden sürünmesi ve halâ toparlanamaması. Bu tarz yani sürünerek -ki sürünmenin toplumsal katmanları etkileyişi ülkenin zenginliği ve siyasî kültürü tarafından belirlenecektir- krizi 10 yıllarca yaşamak olasılıklardan biri. İkinci alan ise solun daha doğrusu işçi sınıfının örgütlülüğü ve sosyalizmi kurma iştiyak ve enerjisidir. Bu alanda umut verici birçok gelişme olmasına rağmen dünya genelinde büyük kapitalist ülkelerde kapitalizmi aşacak bir örgütlülük potansiyeli maalesef gözükmemektedir. Bununla birlikte küreselleşme ve onun ideolojik ve kültürel ifadesi olan post-modernizmden sivil toplumculuğa liberal akımlara kadar birçok eğilim hızla itibar kaybetmektedir. Bu açıdan önümüzdeki yıllar sosyalizmin cazibesini arttırabileceği gibi barbarca düzenlerin de dayatılma ihtimâlini besleyebilecek toplumsal siyasî ve ekolojik gelişmelere hatta insanlığı yok edebilecek çılgınlıklara gebedir. Yok edilmezse insanlığın geleceği tek tek insanların kendilerini aşan dinamiklerin şuuruyla davranabilen örgütlülüklerinin eseri olacaktır. Yaşadığımız derin kriz bir yandan bu geleceği tahayyül ederken bir yandan o örgütlülükleri kurma imkânını veriyor.
Prof. Dr. E. Ahmet Tonak