Kamusal alan; bireylerin aktif katılımı ve özgürce tartışmasına açık şiddetten ve kişisel çıkarlardan arınmış iletişimsel eylemin sürdürüldüğü rasyonel-eleştirel söylemin yapılandırıldığı ve devletin müdahalesinden kurtarılmış bir alandır. Karşıt kamusallıklar ise tarih boyunca kamusal alan içerisinde seslerini duyurmuştur. Çeşitli toplumsal alt-gruplar işçiler farklı etnik ve milliyetçi gruplar dini cemaatler kadınlar marjinal sınıflar farklı yer ve biçimlerde kendi iletişim ağlarını örgütlülüklerini kamuoylarını ve gündemlerini resmi olmayan yollardan oluşturmuşlardır. Bu konuda yaygın medya karşısında; alternatif ve muhalif/karşıt medya önemli bir rol üstlenmiştir.
Türkiyede ise farklı/karşıt kamusal alan tanımlamaları üzerine yürütülen tartışmalar; kamusal alanın şekillenmesi için verilen mücadelenin söylemsel bir ifadesi olarak tanımlanabilir. Günümüz Türkiye "kamusal alanı"nda; farklı kamusal adacıkların etkinliği zayıfla(tıl)sa da varlıklarını halen sürdürmektedir. Kaldı ki hem sınıfsal hem de kültürel kimliklerin kamusal alanda ve medyada temsiliyet kazanma çabalarına yönelik yürüttüğü farklı mücadelelerin galebe çalması konusunda; medyanın da kendisini yeniden bir özeleştiriye tutmasının zamanı çoktan gelip geçmeye başlamıştır.
Bu kitap kamusal alan ile medya arasındaki ilişkinin tarihsel serüvenini ve bu konuda yöneltilen eleştirileri değerlendirmektedir. Ayrıca kitapta Türkiye basınının "Münevver Karabulut Cinayeti ve Cem Garipoğlu yargılamasına" ilişkin inşa ettiği sunumların benzerlik ve farklılıklarına vurgu yapılarak nasıl bir kamusal alanın oluştuğu da irdelenmektedir. Kuşkusuz bu örnek olay cinayetin işlendiği tarihten yargı kararına uzanan süreç içinde; Türkiyenin kamusal alanını belirleyen tarihsel ve toplumsal yapı ile medyanın ekonomi politiği dikkate alınarak tartışılmıştır. Dolayısıyla bu çalışma kamusal alan ve medya tartışmaları çerçevesinde; okurlara neden ve nasıl sorularını düşündürmeyi amaçlamaktadır. En azından kitabın bu yönde okunması yararlı olacaktır...