Bir derginin editörlüğünü yaptığım yıllarda genç bir yazar adayı eserinin dergimizde yayımlanmasını rica ediyordu. Olgun bir dille ve akıcı bir üslupla yazılmış hikâyenin kurgu özeti şöyleydi:
"80'li yıllar... Yunus liseyi küçük bir Anadolu şehrinde bitirmiştir. Üniversite eğitimi için geldiği İstanbul'daki Topkapı garajına iner inmez cüzdanını çaldırır. Elinde tahta bavuluyla koca şehirde; kimliksiz ve parasız kalakalmıştır. Utangaçtır çekingen ve ürkektir. Tek umudu İstanbul'da yaşayan halasının oğlu Hüseyin ağabey... İz bilmez yol bilmez. Yapabileceği tek bir şey vardır: Allah'a dua etmek. Asfalt kenarında kendi kendine mırıldanır: "Hüseyin abi bir taksiyle geçiverse şuradan ne olur yarabbi!.." Derken bir Serçe duruverir önünde. Yunus şoförü görünce gözlerine inanamaz ve "Hüseyin abi!.." diye bağırır."
Genç yazar adayına "Hikâye ve romanda yaşanmış ya da yaşanması mümkün olaylar anlatılmalı." gerekçesiyle eserini dergiye alamayacağımı belirtmiştim.
Bir ay sonra tek cümlelik bir mektup aldım:
"Ama ben bu olayı yaşadım."
Haklıydı aslında. Hangimizin hayatında böyle anormal tesadüfler yoktu ki? Hangimize ömrümüzün bir anında Hızır yetişmemişti?
Yıllar sonra böyle nice Hızırların görüldüğü bu romanın editörlüğünü yapmak vicdan azabımı bir nebze olsun azalttı.
Ol... Birkaç sayfa okuduktan sonra elinizden bırakamayacağınız bir roman.
Erturan Elmas