-J'ai la passion de comprendre les hommes--Tutkum insanları anlamak-Jean Paul Sartre
Hukuk özneler arası bir ilişkidir. Bilinmektedir ki özneler arası ilişkiler hep bir denge içinde yürümez. Sartre bu ilişki üzerine en çok kafa yoranlardandır. Sartre da genel itibariyle öznelerin birbirleriyle olan ilişkileri nesneleştirici özellik taşır. Bunun uzantısına baktığımızda hukukta üçüncü kişiler bağlamında bir nesneleştirici hatta daha da ötesi bir yabancılık ilişkisinin oluştuğunu bunun kalıpsal bir olgusallığa ve tekrarlanan somuta indirgenemez bir metinler dizisi haline geldiğini görüyoruz.
Neden -varoluşçuluk- ve -Sartre-? Bir hukuk disiplini çalışması için onlarca hukuk disiplinini incelemek varken neden hukuk gibi üstyapı kurumlarına belli bir mesafesi bulunan Cornelıus Castorıadıs'ın yerinde tabiriyle -ben-in yadsıma yetisini sürekli gündeminde tutan bir düşünür bağıtıyla bir hukuk denemesine yöneldik? Çünkü Sartre tüm eserlerinde hukuk kurumunu öznenin başkaları ile olan ilişkisi ve bunun devletle olan problematik bağı dolayısıyla inceleyebilmiş bir düşünürdür. Zira Sartre kendi görüşünün bir hümanist değer taşıdığını belirtir. Öncelikle varlık-özne özne ile başkası arasında kurulan ilişkiler bir özgürlük dizgesinden hareketle ya da bilinçli bir eylemsellik ile belirlenmektedir. Bu ise Sartre'ın çok geniş bir özgürlük içeriği ile özneyi ve öznenin de kendisini ve başkalarını özgür kılabilmesi için sorumluluk duygusunun gelişkinliğini gerekli kılar. Bunlar hukuksal süreçte bir özgürlük arayışını ve özgürlüğün yok edilmesi durumunda ise olumsuzlamanın olumsuzlamasını gündeme getirir. Çalışmamızda incelediğimiz Sartre'ın son dönem düşüncelerinde kavramlaştırdığı -grup dizisellik kollektivite pratico-inerte- gibi kavramlar ile öznenin hukuk yetkesi ile mücadelesi devam eder. Ta ki onu özgürlüğünden alıkoyan yaklaşım kalkana kadar. Sartre'ın özneleri hep bir diyalektik yok oluş kaygısındadırlar ve onlarda -bulantı- hissi hâkimdir. Bu bulantı özneye özgürlüğünü bulmada devinimsel bir katkı sunup onu dönüştürür.
Bizi bu eseri yazmaya yönelten arayış ve tutku neydi? Cumhuriyet Savcılığı görevinde bulunduğum sıralarda katıldığım duruşmalarda -yüz kızartıcı suç- olarak kategorilenen suçu işleyen kişilerin duruşmalara en şık halleri ile katıldıklarını ve gayet saygılı davrandıklarını görüyordum. İmgesel olarak bizde görüntü ile yaşantısı arasında eş değer bir izlenim algısı yaratmaya çalışıyorlardı. Çünkü kendileri artık nesne idi. Nesneleşen bu ilişkinin tıpkı ünlü yönetmen Luis Bunuel'in filmlerindeki burjuva karakterleri gibi sahici bir algı yaratması ve adaletin de tam anlamıyla vücut bulması mümkün değildi. Yani gerçek adalet hukukun içeriğinin tam bir anlamsal yapıya kavuşması ile mümkündü. Sözgelimi Sartre'ın insanları anlamlandırmasına benzer bir kaygıyla bizi düşündüren Flaubert Aziz Genet Tintoretto Mallarmé Baudelaire eserlerinde onun yaptığı türden sanığın tüketilene kadar tüm yaşantı evresinin bir kısım kurumlar ile ortaya serilmesi gerekliydi. Bunu yaparken onun kişiliğine engel olacak varoluşunu bir bakımdan hiçleştirecek itirafa zorlama pişmanlık duymasını dilenmesini engellemek gerekiyordu. Bu hukuk uygulayıcılarını ve kendisine hukuk uygulanan hukuk öznelerinin kendilerine ve yaptıkları işe yabancılaşmalarını önlemek açısından önemlidir. Tam da bu aşamada aslında bir sahicilik etiğine ve fenomenolojik düşünme yöntemi alanında kendimizi buluyoruz.