Çevirmen Rex/Alex rutin bir hayat sürmektedir. Cuma günleri psikiyatrı Mahmut'a cumartesi günleri diş hekimi Korkut'a ve pazar günleri de meyvesi EdipBakDeniz'le pazara gidiyordur. Kalan zamanını ise evinin balkonunda çeviri yaparak geçirir. Evinin cam balkonunda çeviri yaptığı bir gece apartmanın önündeki kavşağa bir pır-pır taşınır. Ve olamaz. Mahallenin kokusu/havası birden değişir. Rex/Alex'in kafası da birden şenlenir. Çevirisini yaptığı kitap aklına uzun yıllardır Türkçeleştirmeye uğraştığı ama bir türlü beceremediği bir şiiri getirir. Artık iki çeviri işi vardır. Çevirilere gömüldükçe geçmişe savrulur. Çocukluğundan başlayarak hayatındaki ince ayırımları çoktan unutmuş ve önemsizleşmiş olması gereken olayları/ayrıntıları anımsamaya başlar. Kendi deyimiyle içine "Proust virüsü" girmiştir. Böyle bir durumda insan kendisinden kaçamaz. Bunun kendi hikâyesi olduğunu anlayan Rex/Alex sadece anlatır. Hem rutin yaşantısını/işlerini sürdürmekte hem de kendi hikâyesini kendisine anlatmaktadır. Anlatır da anlatır. Anlatması bitince yazmaya başlayacaktır. Ama nerede?
Bu basit çekirdek kurguya eşlik eden onlarca trajikomik öyküyle birlikte düşünüldüğünde "Galileo'nun Karısı"nın bir anımsama kitabı olduğu kolaylıkla söylenebilir. İster geçmişte kalsın isterse henüz yaşanmamış olsun her öykü anlatılmak ister. Yazdığı her metinde olduğu gibi "Beckett ve Benjamin çevirmeni" Suat Kemal Angı'nın bu son metninde de yine Walter Benjamin ve şiir var. Ankara Kitaplığı'ndan mizah ve eleştiri dolu üslubu ve içeriğiyle şaşırtıcı içinde herkese yer olan ilginç bir roman. Umarız gündelik yaşantımızı yakından ilgilendiren "Galileo'nun Karısı" okurların ilgisini çeker. Kışkırtıcı bir dille söylemek gerekirse. Çekse hiç fena olmaz.