Özgürleşme düşüncesi siyasetin ana ekseni olduğu gibi sanatın da temeline yerleşmiştir; ancak "Özgürleşme nedir?" sorusunun yanıtı verilmeden siyaset ve sanatın özgürleştirici rolü üzerine bir şey söyleyebilmenin olanağı yoktur. İşte bu kitap böyle bir arayışın ürünüdür. İlk bakışta özgürleşme tikel bir kazanımdır ve kişinin çevresini kuşatan iktidardan kurtulması anlamına gelir. Başka bir ifadeyle kişinin eylemleri sırasında "sınırsız" ve "baskıcı olmayan" bir alanda var olduğunu "hissetmesi" demektir. Özgürlük hissi ona mutluluk verir vs. Ama özgürleşmenin tanımı bu kadar basit olsaydı ya kişinin toplumsallığı yadsıması (ki buna olanak yoktur) ya da o toplumsallık içinde kendisine en yüksek çıkarları vaat eden mevcut iktidar örgütlenmesine dahil olması gerekecekti. İktidardan kurtulmayı amaçlayan kişinin özgürleşme adına yeniden iktidarı "arzulaması" bir çelişki sayılmaz mı? "Başka" insanları kendine ait bir özgürlük ortamında mutlak araç haline getirmiş kişi nasıl bir özgürleşme tesis etmiş olabilir? Bununla birlikte tikel kazanımlar getirmeyen bir özgürleşmenin de anlamsızlığı açıktır. Acaba topyekûn bir özgürleşme vaat eden bir sistemin iktidara sahip olması bizimle birlikte "başka" insanların da özgürleşeceğini mi gösterir? Olabilir; ama bu durumda da özgürleşmenin tanımı ile iktidarın tanımı arasında bir örtüşme olacak ve özgürleşme iktidar tanımına dönüşecektir. Şimdi karşımıza "Özgürleşme nedir?" sorusunun yanı sıra bir de "İktidar nedir?" sorusu çıkmaktadır. Bu iki "şey"in farkını güvenli bir tavırla yanıtlayabilir miyiz? Yoksa özgürleşme iktidarla kurduğu gizli bir bağı mı ifşa etmeye başlamıştır? İşte özgürleşme ile iktidar arasındaki bu örtüşmeler ve kopukluklar özellikle on sekizinci yüzyıl Aydınlanma Çağı'ndan bugüne dek zihinleri meşgul etmiş ve siyaset felsefelerinden sanata doğru uzanan bir alanı çok yakından ilgilendirmiştir. Bu kitap sanatın siyasetle ilişkisini sorgularken "şimdiki zaman"dan bir bakışı merkeze alarak söz konusu soruların çelişkili yanıtları içinde yolunu arıyor.