Gece karanlık ve ıssızdı. Canan'ın yüreği yaralı bir serçe gibi çarpıyordu. Korkulu gözlerle etrafındaki yatırlara bakındı. Sonra babasını hatırladı.
- Hayır bunlardan bana hiçbir zarar gelmez. Çünkü benim babam da öldü.
Canan'ın gözlerinden uyku akıyordu. İki mezarlığın arasına gözlenir vaziyette geçip uyumaya çalıştı. Gecenin bir yarısıydı. Her taraf zifiri karanlıktı. Birden irkildi ve;
- Hayır! Hayır! Hayır!.. Yalvarırım yapma!
Bir kez daha kıyılmıştı Canan'a. O "Kurtlar Sofrasında Savunmasız Bir Ceylan" gibiydi. Ve nihayet çıldırdı:
"Allahu Ekber" sedaları yankılanırken ufukları ağartan İstanbul'da kulaklarını elleriyle kapatmış avazı çıktığınca "Susturun Ezanları!" diye bağırıyordu. Zira bedeninin kirletilerek ruhunun kanına girdiği vakit ezanların okunduğu bir sabahtı. Ve Canan her ezan sesini iffetine yapılan suikastın hatırlatıcısı bir tokat olarak yüzünde hatta bütün hücrelerinde hissetti...
Toplumumuzun yüzündeki bir karayı öğrenmek ve silmek adına "Susturun Ezanları!" diyen Canan'la tanışın.