Mevsim bahar değildi. Şakaklarına aklar düşmüştü. Düşleri de ihtiyarlamıştı kendisi gibi... Yaz tükenmiş sonbahar da ağlıyordu ayakları altında...
Aslında ömrünün yaprak dökümü de çoktan geçmişti. Kış mevsimini yaşıyordu. Şimdi karlar onun için yağıyor yağmur gözyaşlarına eşlik edercesine onun için düşüyordu toprak ananın kucağına rüzgâr onun için esiyor çiçekler onun için soluyordu birer birer.
Hayatın baharını yaşadığı günlerde ise bütün bunlar hayatın neşvesinin ritimleri olurdu. Geçen ömrüne şöyle bir baktı derin bir iç çekip gözyaşlarını sildi sessizce...
Tozlu zaman perdesi her an aradan kalkarken yerde ayak sesleriyle birlikte gökte kanat seslerini duyar gibi oldu.
Günler ve geceler ömrünü tamamlamış saniyelerle birlikte yıllar da ölmüştü. Biliyordu arkasında ne çok ölüler ve ölümler bıraktığını izlerini bir türlü silemediği. Her yıla kendinden bir nüsha bırakarak adım adım gelmişti bu günlere. Yılmadan devam ediyordu yine yoluna. Bu kez onu karşılayacak olan yol sonsuzluğun nurlu kapısına doğru uzanan yoldu.
Etrafınıza baktığınızda hangi yaşam öyküsünün gerisinde acı hüzün özlem ve keşkeler yoktur ki? Fatma ablanın yaşam öyküsünde de tüm bu öğeler mevcuttu. İnsan olmayı kadın olmayı anne olmayı ve iyi bir mümin olmayı başarmış gözünü ve gönlünü ötelere dikmiş tam anlamıyla bir Anadolu ve bir Türk kadını.