Onu gördü. Her halinden hayli kibar ve nahif genç bir kız olduğu belliydi. İçeri girdi yürüdü ortada pencere kenarına oturdu. Yüzü pamuk kadar beyazdı. Alagarson kesilmiş siyah saçının önündeki perçem turkuvaz boyalıydı. Yüzünü hafif kavisli uzun burnu bütünlüyordu. Gözleri ışıltılıydı. İçerisinin loş ışığında göz bebeklerinin anlaşılmaz rengi ilgisiz bir insanın bile gözüne çarpabilirdi. Sanki renk bombası patlamış da sarı mavi yeşil renkler iç içe irisinden fışkırmıştı. Yakından bakanların hemen fark edebileceği cümbüşteki renkler şekerci dükkânının vitrini gibiydi: pamuk helva pembesi fıstık yeşili badem ezmesi sarısı...
Süt liman ve buhar tüten deniz yosun kokan acılar koltuklanmış sandallar huzursuz akçakuşlar... Balıklar Mezarlığı gasilhane cami altı kahvesi... Paşa ruhunu arıyor neredesin Pelagia?...
Vecdi Çıracıoğlu "Denize Dair Hikayat" üçlemesinin ikinci kitabında Ruhisar'ı anlatıyor. Ateşböcekleri par par uçuşuyorlar. Küpeşte borda karina... Ruhisar kıyıda denizcisini bekliyor. Alesta! Ruhisar deniz kokuyor...