Güneş iki tepenin arasında hayli yükselmişti. Güneşin doğuşu ile bambaşka bir güzellik ve bir renk cümbüşü insanın gözlerini kamaştırıyordu. Mis gibi çiçek kokuları insanın nefesini kesiyordu. Karşıki yamaçta tepsi büyüklüğünde bir yer mantarı insanın iştahını kabartacak şekilde parlıyordu. Ezkıj Hüseyin mantarı görmüştü. İçinden "Ah! Şu köpek olmasaydı gidip mantarı alıp öyle köye inerdim. Bir miktar da ordan toplar haftalık yiyeceğimi temin ederdim. Ne iyi olurdu." diye aklından geçirmişti. Bu hayalden vazgeçip kendini korumak için tedbir alması lazımdı. Çalo epey yaklaşmıştı. Elindeki üç metre uzunluğundaki sırığı ve kuşağın önündeki sopasını kontrol etmeye başladı. Sırtındaki torbayı boynuna geçirdi ve avuç içi büyüklüğünde taş toplayıp ceplerine doldurdu. İlkin topladığı taşlarla Çalo'yu korkutup caydırmaya çalışacak böyle durduramazsa elindeki sırığı ile kendini korumaya çalışacaktı. Gezgin olan Ezkıj Hüseyin böyle durumlarda çok maharetli bir insandı. Köylerde beş tane köpek birden saldırdığı zaman uzun sopası ile köpeklerin ortasından pike yaparak hepsini dağıtıp galip çıkardı.