Türk dış politikasında 1939 yılı kritik bir önem arz etmektedir. Almanya'nın revizyonist dış politikasına İtalya'nın da eşlik etmesi (Arnavutluk'un işgali) Ankara'yı ciddi manada endişelendirmiştir. Bununla birlikte İngiltere ve Fransa da; Mihver devletlerinin saldırgan tutumlarının harbi kaçınılmaz kılacağını düşünmüş ve bu doğrultuda Berlin-Roma çizgisini mümkün olduğunca çevrelemeyi ve jeopolitik ve jeostratejik açıdan değeri olan ülkeleri yanlarına çekmeyi zorunlu görmüşlerdir. Atatürk döneminin sonlarına doğru Ankara ve Londra hattında yakın ilişkiler kurulmuş olmasının da etkisiyle taraflar arasında müzakere süreci başlamıştır.
Türk karar alıcıları harbin getirebileceği tehlikeleri yakından bildiklerinden oyunu kuralına göre oynamışlardı. Örneğin muhtemel harp esnasında iki cepheli bir saldırıya maruz kalınmaması amacıyla Sovyetler Birliği ile iyi geçinilmeye çalışılmış dolayısıyla da antlaşmaların içeriğine bu ülke ile ilgili hassasiyetinin göz ardı edilmemesi şart koşulmuştur. Bu noktada Ankara elinden geleni yaptığı halde Sovyetler Birliği Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzalamaya karar vermiştir. Bu antlaşma İngiliz Fransız ve Rus devletlerini aynı blok altında görmek isteyen Ankara için şok etkisi oluşturmuş ve güvenlik kaygılarına bir yenisinin eklenmesine sebep olmuştur. Türkiye açısından bir başka önemli nokta ise askerî ve iktisadi açıdan güçlü bir hale gelebilmekti. Öyle ki Türk yetkililer müzakereler esnasında Türkiye'ye mali kaynaklar sağlanarak ülke savunması için gerekli silahların (kara-deniz-hava) bir an önce alınabilmesi hususunu defalarca dile getirmişlerdir. Bu sebeple Ankara Paktı ekleriyle birlikte değerlendirildiğinde siyasi askerî ve iktisadi açıdan Türkiye'nin mevcut eksiklerini bir ölçüde de olsa gidermeyi amaçlamıştı. Fakat Türkiye'nin savunması için gerekli askerî malzemelerin tutarıyla İngiliz ve Fransızların tahsis ettiği kredi miktarı arasında ciddi bir fark olduğu da gözler önüne serilmiştir. Bununla birlikte mevcut krediler vasıtasıyla silah alımında silah yokluğu/azlığı nedeniyle de problemlerin yaşanması Ankara'nın savunma sistemini güçlendirmesinde ciddi güçlükler yaşamasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye müzakereler esnasında kendini ani bir şekilde harbe sürükleyebilecek maddelerin antlaşma metnine girmesini mümkün olduğunca engellemeye çalışmış; ek olarak da üstlendiği yükümlerin (gerektiğinde savaşa girme) ancak gerekli savaş gereçlerinin ve kredilerin kendisine sağlanmasıyla mümkün olabileceği şartını antlaşma metnine eklemeyi başarmıştır. Bu durum mevcut şartlara bakıldığında Türkiye'nin harbe katılmama stratejisini güçlendiren dolayısıyla hukuksal meşruiyeti sağlayan bir hamle olarak değerlendirilebilir.
Zamanın ruhu boyutunda olaya bakıldığında I. Dünya Harbi'nde İngiliz Parlamentosu'nda bir kısım parlamenter Osmanlı Devleti aleyhine haksız çok ağır ithamlarda (Ermeni Meselesi) bulunmuştu. II. Dünya Harbi dönemi İngiliz parlamento tutanaklarına bakıldığında ise İngiliz çıkarlarının da etkisiyle Türkiye hem Avrupa devleti hem de Müttefik bir ülke olarak değerlendirilmiştir. Türk mebuslarının mecliste yaptıkları konuşmalara bakıldığında ise İngiltere ile siyasi yakınlaşmadan duyulan memnuniyet göze çarpmaktadır. Mebuslar sürekli barış mesajı verirken muhtemel taarruz durumunda Türk milletinin sonuna dek mücadele edeceği mesajını defalarca vurgulama ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu durum Türk iç politikasında ciddi bir zaafiyetin yaşanmadığını özellikle Mihver devletlerine göstermiştir.
Bu çalışmada 1939 yılı esas alınarak bilimsel kaynaklar ışığında Türk-İngiliz ilişkilerinin siyasi askerî ve ekonomik boyutlarına değinilecektir. Bu dönemle ilgili görsel malzeme ve istatistikler her bölümün sonunda ek olarak gösterilmiştir. Kitabın son kısmında ise 1939 yılı İngiliz Parlamento tutanaklarında (Lordlar-Avam Kamarası) Türkiye ile ilgili konuşma metinlerine yer verilmiştir.